İnsanı yaşatan umuttur dedi, aldı sazı eline

Diğeri dilim dilim doğradı kendini cacık yaptı Ege’ye, Akdeniz’e

Gülhane parkı’nda ağaç oldu , ceviz verdi başkası

Ağlarken, gözleri yosun tutan da vardı Yalnızlar Rıhtımı’nda

Bu hadiselerin hepsi, siz onları ifade eden cümleleri “o” ağızlardan dinlerken gerçekleşmişti, belki de halen  devam ediyor. Hayat yardırıp giderken geçmiş zamana dair söylenmiş şeyler, hala zulalarımızda bir yerlerdeyse demek ki bitmemişler, başka yerlerde, farklı zamanlarda yineleniyorlar kendilerini. “O” anları şimdiye taşıyan insanların ürettikleri bunlar, bizim için fazlasıyla değerli…

Müziğin giremeyeceği kılık yoktur. Kendini kabul ettiremeyeciği kulaklar da… Tuvalette, mutfakta, seyir halinde, yaprakta, kuşta, kedide, köpekte, doğada kısacası evrende hiçbir şey olmuyorsa bile sesler var ve bu seslerin tanışık olup toplanarak oluşturduğu şeyler… Tüm bu muhabbetlerin ışığında, çaya tek şeker atan, kahveyi şekersiz içen, mevsime göre alkol tercihi yapabilme lüksüne erişmiş olan Fransız birkaç zırtapozun hikayesinin kitabesi “Whiteys” ile buluşuyoruz. Işık direkt buraya yöneldiğinden çevrede olup bitenlerle pek ilgilenemedik, şimdilik önemli değil…

Kendilerini, Gevende ile çiftleşerek dünya’ya getirdikleri “One Session, One Shot” parçası ile tanıdım. Kayıt sırasında paylaşılan duygu, düşüncelerin ardı arkası kesilmezmiş, bıraksak sabaha kadar çalarlarmış hissi uyanıyor insanda. Kulakları, bu sesleri işitebilecek tüm yaratıklar üzerinde aksi bir etki yaratacağını sanmıyorum. Bukalemun üç renk olur, maymuna, şempanzeye üç kilo muz yetmez, çitalar kanatlanıp uçarlar diye düşünüyorum;

Fransa ve müzik bir araya geldiğinde ortaya çıkmış, çıkabilecek her şey bence birer kilo muz bizlere, bu tepkimeyle bizim bünyemizde oluşan ise muzlu süt.
Uçurtmalarının iplerini kesmiş Whiteys üyeleri, bizleri de peşlerinden sürüklüyor…