Yönetmenliğini ve yazarlığını Hannes Stöhr’ın üstlendiği 107 dakikalık Berlin Calling, filmin konusundan ziyade müzikleriyle dikkat çekmekte. Sadece bir şarkı dışında (Sascha Funke – “Mango”) film boyunca kullanılan tüm müziklerin bestelerini yapan ve aynı zamanda filmin başrolünü de üstlenen ünlü Alman prodüktör Paul Kalkbrenner, bizi Berlin’in karanlık dünyasına davet ediyor.
1977 yılında Almanya’da doğup orda yaşamını geçirmiş olan Kalkbrenner, ülkesinde elektronik müziğin ilahlarından biri olarak bilinmekte. 200 binden fazla satışa ulaşan ve filmin de en baba parçası olarak bilinen “Sky and Sand” ile Belçika ve Almanya gibi ülkelerde müzik listelerinde zirveye çıktı. 145 hafta boyunca Berlin’de sinemalarda boy gösteren Berlin Calling, bize bir prodüktörün günlük yaşantısını özet geçmeye çalışırken, çevresinde bulunan kötü ya da iyi şeylerin onun yaratıcılığını nasıl etkileyebildiğini göstermekte. Filmde karşımıza çıkan kötü alışkanlıklar, uygunsuz sahneler gerçekte burada çok da mühim bir şeymiş gibi gösterilmeyip, sıradan bir yaşam gibi algılatılabiliyor. Aslında bu biraz da göreceli bir kavram çünkü filmde verilmek istenen mesaj biraz bulanık. Yaptığı meslek nedeniyle hızlı bir yaşama sahip olan Paul Kalkbrenner, filmdeki karakter adıyla DJ Ickarus, ani çöküş ve yükselişlerle filmin nabzını ayarlıyor. Kız arkadaşıyla partiden partiye koşturan ve zamanının çoğunu otobüslerde, uçaklarda geçiren Ickarus, çevresindeki arkadaşlarının ve atmosferin gücüne yenik düşüp kendini iyiden iyiye kaybetmeye başlar. Bu noktadan sonra olaylar tahmin edildiği gibi kötüye gider. Kız arkadaşı onu ne kadar kurtarmaya çalışsa da Ickarus kendini en sonunda rehabilitasyonda bulur ve bu yüzden hazırladığı albüm rafa kaldırılır. Aslında burada filmin çok kaliteli bir yapım olduğunu söylemek biraz zordur, belgesel tadında denilebilir.
Berlin Calling’in bu kadar tahta çıkmasının sebebi sahneler ile çalınan parçaların uyumudur, partide çalmaya başladığı an seçilen giriş parçası gibi. Daha güzel açıklamak gerekirse, filmdeki olayların akışıyla parçaların hızı, melodisi ve temposu değişkenlik gösteriyor. Bunun en basit örneğini Ickarus kaldığı rehabilitasyon merkezinde iyileşme belirtileri gösterdiğinde bestelediği parçanın ne kadar underground bazlı olsa da mutluluk salgıladığını görebiliriz.
Belçika’nın ünlü müzik listesi Ultratop 50’de ikinci sıraya yerleşen, Fedde le Grand tarafından bootleg’i yapılan ve Avrupa müzik listelerine giren “Sky and Sand” ile her ne kadar ün getirmiş olsa da Paul Kalkbrenner’ın “Azure” parçası da bir o kadar başarılıdır. Albümde bulunan diğer parçalar öfke ve hırsın yanında kafası karışık bir adamın hislerini temsil etse de “Azure” yeni bir güne ya da başka bir deyişle hayatının yeni bir bölümüne merhaba dedirten türden. Hastanede çıkardığı onca hengameden sonra sonunda pes edip kendini hayata döndürmeye çalışan Ickarus, aslında hep bir şeylerin bağımlısı. Ya bir maddenin, ya bir insanın ya da bir tren sesinin. Filmdeki bulanıklığı biraz da olsun gidermek için genel olarak düşünüldüğünde bu hızlı yaşama birçok kez şahit olmuşuzdur.
Müzikleri için bir film izlemek istiyorsanız, Berlin Calling doğru adres. 16 parçalık soundtrack albümüyle bizi dans pistinde hissettirme sözü veren bir film. Her ne kadar kurgu olsa da başrol karakteri için çoğu yerde” Paul Kalkbrenner’ın bürünmek istemediği ruh hali” olarak tanımlanıyor. Buna benzer çoğu filmde aslında dans pistlerinin, karışık arkadaşlık ilişkilerinin ön plana çıkarılmasına rağmen burada başrole odaklanmamıza izin veriliyor. Sadece 40 kişilik bir ekip tarafından hayata geçirilmiş bu proje, kaçırılmaması gereken bir film.
Filmin full soundtrack albümünü dinlemek isteyenler için;,