Yaz mevsiminin son basamağına doğru yaklaşırken ülkedeki müzik yaşamı da tekrar kapalı mekanlara doğru yol alıyor. Biz de geçtiğimiz günlerde yeni sezon konserlerinin bir bölümünü duyuran Salon İKSV’ye dikkat kesildik ve o sahneden 5 konser seçtik.

Twitter / bekirzgraybar
bekirozgruaybar@gmail.com


The Soft Moon / 10 Eylül

Onları daha önce Babylon’da izlemiş ve yarattıkları karanlık rüyanın etkisinden uzun süre kurtulamamıştım. Göz alıcı strobe ışıklar, sahne önünde biriken pus, nevrotik vokal ve sıradışı gitar yoğunluğu… Bunların her biri ekibin sound’unu ayakta tutan temellerdi o gece. Ne mutlu ki uzun bir aradan sonra şehre tekrar uğrayacak California menşeli grup. Şundan eminim: Yüreğimizin derinliklerinde benzer güzel hisleri tekrar var edecekler. Luis Vasquez liderliğindeki The Soft Moon’un hemen her şarkısında nevi şahsına münhasır bir darkwave enerjisi mevcut. Bu karmaşık ritimlere kulak vermek aynı zamanda başka dünyalara kısa süreli yolculuğu beraberinde getiriyor. Tıpkı 2012 çıkışlı ‘Zeros’ta olduğu gibi birkaç ay önce yayımladıkları yeni albüm ‘Deeper’da da bu etkiyi sürdürüyorlar. Yeni şarkılarla yeni bir The Soft Moon gecesi kendi içinde birçok enfes anlar barındırır. Kaçırmayın derim.


Angel Olsen / 12 Eylül

Yeni jenerasyon Amerikan folk’un dikkat çeken isimleri arasında Angel Olsen. Muhtelif yerel gruplarda vokalleri üstlenerek ilk sahne tozuyla tanıştıktan bir süre sonra kendi yoluna gidip mavi gezegen 2014’ü yaşarken ‘Burn Your Fire for No Witness‘ isimli debut stüdyo kaydını duyurmuştu. Olsen’in yalnızlıkla, kaçınılmaz sona yaklaşan sürtüşmeli ilişkilerle ilgili bir alıp veremediği olduğu çok açık, ama o her şeyi olduğundan daha sert ya da ne bileyim daha ağır gösterenlerden değil. Onun parçalarında birtakım detay yaşanmışlıklar down tempo eşliğinde anlatılıyor anlatılmasına, yine de hepsi bu değil. Öte yandan bu müzikal hikayeler naiflikle beraber samimiyet damarını bırakmıyor ve mutluluğa bir uçtan da olsa tutunmasını biliyor. Genç müzisyen adına belki de en önemli başarı etrafında dönüp duran hayatı anlamaya çalışırken surat asmak yerine gülmeyi tercih etmesi olabilir.


East India Youth / 9 Ekim

William Doyle’a ait synthpop projesi East India Youth, henüz kariyerinin erken döneminde Mercury Prize adaylığına ulaşmıştı. Ona bu ünvanı getiren albüm ‘Total Strife Forever’ın aldığı iyi geri dönüşler Doyle’a daha fazlasını keşfetmenin ve daha ileri gitmenin fırsatını verdi. O da bu güzergahı gördü ve kullandı. Zamanla ambient’in de deneysel elektronica’nın da dip dalgalarına yelken açtı. İkinci uzunçaların XL Recordings aracılığıyla çıkması ise onun bu kariyer planlamasının karşılık gördüğünü kanıtlamak için yeterli. Dahası bu yeni albümle Britanya dışına çıkıp Kıta Avrupası’ndaki önemli festivallerde yer aldığını da belirtelim. East India Youth, çağın David Bowie’si olarak görülmesi bir yana var ettiği kompleks tavırla kendine has konuma doğru yol alıyor. Bunun için dinamik birkaç albüme ve iyi canlı performanslara ihtiyacı var. Umarım bunlardan birini de İstanbul’da sergiler. 


 

Zola Jesus / 6 Kasım

The xx ile turlaması, Fever Ray’in ön grubu olarak konserlere çıkması Zola Jesus’ın, sahne dışındaki adıyla Roza Danilova’nın kariyerinde önemli kırılmalar yarattı. İmza attığı işlerle bu kırılmaları değerlendirmesini bildi genç müzisyen. Single ve EP denemeleri haricinde tam 5 stüdyo albüm yayımladı. Bu 5 albümde de birbirinden beslenen rock kanallarının ve alternatif sulardaki elektonik alt yapının gücüne sırtını yasladı. Barok müziğe tavrının merkezinde yer verdiği doğru, ama esas karanlık pop’u industrial tonlara karıştırmaya çalıştı Jesus. Genellikle başardı da. 2010 tarihinde piyasaya sürülen ‘Stridulum II‘ ve bundan 4 yıl önce çıkan ‘Conatus‘ adlı kayıtlar Jesus Zola’nın Everest’ini oluşturur. Son albüm ‘Taiga‘ ise daha zengin enstrüman kullanımıyla dikkat çekiyor. Salon’da 6 Kasım gecesi demirden bir vokale bulaşmış binlerce farklı dokunuş duyacağınızdan emin olabilirsiniz.


Unknown Mortal Orchestra / 16 Kasım

Doğru zamanda gerçekleşen konserlere inananlardanım. Sadece yeni albüme bağlı sahnelerden söz etmiyorum. Yeri gelir daha evvel yüzlerce kez dinlediğiniz parçalar o ana ayak uydurmayı başarır. Bir adam çıkar, 30 yıllık şeyler anlatır ve bilirsiniz söylediği hemen her şey günceldir. İTÜ’deki Roger Waters’lı gece bunlardan biriydi örneğin. Unknown Mortal Orchestra da doğru zamanda şehre uğramayı bekliyor. Çünkü hem üçüncü ve belki de diskografilerinin en formda albümü ‘Multi-Love’ı birkaç ay önce yayımladılar, hem de bizim dozunda bir saykodelizme, dibine kadar saf garaj rock ritimlerine ihtiyacımız var. Birleşik Devletler çıkışlı ekip bodrum katında kaydettiği yeni şarkılarıyla bize böyle bir akşam hediye edebilir. Sonuç olarak frontman Ruban Nielson’ın sözleriyle birbirinden kopuk sound’ları birleştirerek basit, tavizsiz ve modern bir kanalda yaşıyor Unknown Mortal Orchestra