K
uzey Afrika’ya özgü Tishoumaren müziğini çölün kumlarında blues, rock ve folk’la harmanlayan Tinariwen, 1979’dan beri ayak bastığı her yerde kendine has bir rüzgar estiriyor.Ateş etrafında toplanıp, deve sırtında taşıdıkları akülerle çaldıkları elektro gitarların tınısına tüm dünyanın kulak verdiği grup, uzun bir zamana yayılan hikayesinde, yedinci albümleri “Elwan” ile yeni bir bölüme başlıyor. İç savaşın sancılarını yaşayan Mali’nin öykülerini cesurca anlatan ve “müziğin gerçek asileri” diye de adlandırılan grubun bir sonraki durağı, 22 Mart‘ta Zorlu PSM sahnesi olacak. Bu eşsiz deneyimden önce de, kendileriyle bir araya gelip yeni albümü, modern göçebeliği, çöl müziğini ve gelecekteki projelerini konuştuk.
Son albümünüz “Elwan” bu ayın başında çıktı. Gelen yorumlardan memnun musunuz?
7. albümden çok memnunuz ve gelen yorumlardan da anlıyoruz ki geniş kitlelerin göstermiş olduğu sıcak karşılama bunun bir kanıtı! Genel olarak baktığımızda, grubumuzun kariyerinden ve her şeyden önce, müziğimiz sayesinde yansıtılan otantik değerleri ortaya koyabilmekten mutluluk duyuyoruz!
Tinariwen her zaman farklı sanatçılar, söz yazarları ve müzisyenlerin bir araya gelmesiyle işleyen, farklı kombinasyonlara sahip bir kolektif oldu – bunun son örneği de Kurt Vile ve Mark Lanegan’la olan çalışmalarınız. Bu durum nasıl gelişti? Kayıtlar sırasında stüdyoda nasıl bir atmosfer vardı?
Farklı isimlerle yaptığımız kayıt süreçleri genellikle herkesin stiline saygı duyarak geçiyor. Önemli olan özgürce ve sanatsal bir şekilde iletişim kurabilmek ve konuşabilmek. Bu süreçler hep çok doğal ve herkesin kendini özgür hissettiği bir atmosferde oluyor. Biz tarih yazmıyoruz, tarihi yaşıyoruz. Stüdyoda çalışma ortamına gelince ise, bazen hep birlikte çalışıyoruz, ve diğer zamanlarda, herkes bireysel olarak çalışıyor ve daha sonra yan yana gelerek izlenimlerimizi paylaşıyoruz.
Bir önceki albümünüz “Emmaar”, Mali’deki politik dengelerin belirsizliğinden dolayı Kaliforniya’nın Joshua Tree bölgesinde kaydedilmişti. Tıpkı “Emmaar” gibi, “Elwan” da Paris, Joshua Tree ve Fas’ta bir çöl kenti olan M’Hamid El Ghizlane’de kaydedildi. Bu devamlı yer değişikliğinin albümde ne gibi izler bıraktığını söyleyebilirsiniz?
Yaptığımız şey aslında bir tür modern göçebelik. “Küçük Prens” M’hamid El Ghizlane’daki kamp deneyimi, hem grubumuz için hem de çalışmalarımız için çok değerli bir tecrübe oldu, toplantıdan tutun, kayıtların yapıldığı ana kadar çok büyük bir önem teşkil etti. Tıpkı sihirli bir değnek değmiş gibiydi! Ayrıca halkımızın içinde bulunduğu jeopolitik durum, Tinariwen ‘e ilham vermeye devam ediyor. En temel iletişim yolu olan müzikle, bu ardışık fırtınalarda halka yazdığımız sözlerin içinde sorular soruyoruz ve böylece çözümleri de onlarla paylaşmaya çalışıyoruz.
Dünyanın neresinde olursak olalım, “çöl” sanatçı zihninde kendine has bir iz bırakan bir kavram, ortaya çıkan eserlere de kendi tadını vermeyi her şekilde başarıyor “Çöl müziği” özelinde düşünürsek, kendinize yakın, hatta kardeş gibi gördüğünüz sanatçılar ya da gruplar var mı?
Tamashek’ler ve daha genel olarak Sahra’da yaşayan insanlar, aralarında dayanışmanın olduğu kocaman bir aile. Bu durumda, muhakkak biz de bütün yükselişte olan ve gelişen grupları çok iyi tanıyoruz. Elbette bizim de bir favorimiz var: Imarhan. Onları neredeyse çocuğumuz gibi görüyoruz. Hayallerini gerçekleştirmeye çalışan genç yetişkinler. Onlara çocukluktan beri eşlik ediyoruz. Kısacası dünyaya, atalarımızın kültürünü tanıtabilme fırsatını yakaladığımız için, aynı zamanda da günümüz dünyasında halkımızın hissettiklerine tanık olabildiğimiz için çok mutluyuz. Ve evet, doğaya yakın bir ortamda, çöl ritminden ilham almayı ve “orada ya da burada” demeden, herhangi bir yerde yaşamayı da içselleştirdiğimizi söyleyebilirim.
Kuzey Afrika ve Mali geçtiğimiz on sene içinde gerçekten zor zamanlar geçirdi. Bu noktada geleceğe bakarsak, ülkeniz ve Afrika için ne gibi ümitleriniz ve dilekleriniz var?
Hayalimiz Sahra’daki yaşam şeklimizi destekleyecek şekilde gelişmek ve bunun dünyanın gözünde ilginç bir deneyim olmasını sağlamak. Fakat bunu insanlık değerlerini tükenme noktasına getirecek kadar kârlılığa odaklı uluslararası etkenler ve menfaatleri hesaba katmadan yapmak istiyoruz! İnsanoğlunun ihtiyacı olan onuru kazanması için harika bir yolculuk olabilir bu.
Türkiye’de ikinci kez sahne alacaksınız. İlk seferinde ne gibi izlenimleriniz vardı? Bu kez geldiğinizde yapmayı iple çektiğiniz bir şey var mı?
İlk seferinde de olduğu gibi, köklü bir tarihe sahip Türkleri yakından tanıma imkanımız olacağı için çok mutluyuz.
Sahneye çıkmadan önce yaptığınız özel bir şey, ya da uğurlu bir eşyanız var mı?
Her zaman özgünlüğe sadık olmak. Hiçbir şey zorla olmuyor, daima en iyi enerjimiz ile sahneye çıkıyoruz!
Son olarak, bize gelecekteki projeleriniz hakkında biraz ipucu verebilir misiniz?
Önümüzdeki yıl boyunca, konser programımızı mümkün olan en iyi şekilde tamamlamak istiyoruz. Ayrıca Sahra kültürünü daha iyi anlatabilecek bir performans sunmak için de her zamanki gibi daha fazla kaynak bulmaya çalışacağız. Yani belki bir gün, develeri de sahneye getirebiliriz… Müziğe bayılıyorlar!