Avea Escape To Music konser serisinin geçtiğimiz cuma akşamki konuğu Reptile Youth‘tu. Roxy sahnesinde dinamik ritmleriyle enerjik bir cuma akşamı yaşattılar bizlere. Sahnede basılmadık yer bırakmamakla kalmayıp dinleyicilerin arasına karışan, John Lennon‘dan ‘Give Me Some Truth‘u bir güzel cover’layıp ve ardından ‘Be My Yoko Ono‘ya geçerken uyumlu set list’i ile hayran bırakan Reptile Youth’un vokali Mads Damsgaard Kristiansen ile her yanı Reptile Youth dolu bir röportaj yaptık.
Keyifli okumalar!
Hakkınızdaki yazıları incelerken orijinal grup adınızın Reptile&Retard olduğunu gördüm. Reptile Youth’a dönüşüm nasıl oldu?
Mads: Başladığımızdan bu yana grupta çok değişimler oldu. Sadece ses ve müzik yapımız değil, ayrıca enerji ve müzik hissimiz de değişti. Belli bir noktada değiştiğimizi hissetiğimizde bunu ismimizle de gerçekleştirmek istedik. Biz bir şekilde sadece dünyaya değil ama kendimize de farklı bir bant olduğumuzu göstermeliyiz. Aslında yeni albümden önce ismimizi değiştirmeyi düşündük ancak bunu yapmamaya karar verdik. Eğlenceli olabilirdi farklı bir isimle çıkmak ama dinleyicilerin kafasını karıştırabilirdi bu.
Nasıl bir araya geldiniz ve ne zaman beraber çalmaya başladınız?
Mads: Esben’nin elektronik performansını biraz yıkık dökük bir yerde izledim. Oldukça kötü olduğunu düşündüm hatta ama onun hakkında müzik adına ikna edici bir şeyler vardı. Yolumuzu anlatmak, tarif etmek zor aslında. İkimizde bir sanat okulunda aynı sınıfta okuyorduk ve bitirdikten sonra hikaye başladı.
İlk albümü nerede kaydettiniz? Bu süreçte ne gibi sorunlarla karşılaştınız?
Mads: Harika prodüktörlerle Londra’da kaydettik ilk albümü. The Cure’un birçok albümünde beraber çalıştığı Dave Allen ve Hot Chip’in son albümünde yer alan Mark Ralph ile. Bu isimlerle aniden stüdyoda olmak heyecan vericiydi. Çoğunlukla bizi, iki kişiden oluşan Danimarkalı bir country grubu gibi hissettim. Ama gerçekten güzel çalıştık. Sanırım en büyük sorunlardan biri, şarkıları birlikte bizim tarzımıza uygun olarak yapmaya çalıştığımız denemelerdi. Elimizde farklı yapıda şarkılarımız vardı ve kaydın hangi yönde, nasıl ilerleyeceğini bilmiyordum.
Demoları kaydetme sürecinizi anlatır mısın?
Mads: Bizim için hemen hemen her zaman şarkılar, kelimelerle başlar. Sözler temli oluşturur ve geri kalanını müzik baştan aşağı boyar. Bence bugünlerde bu çok nadir. Birçok müzisyen, melodileri yazıyor ya da ritimi yakalıyor ve ardından sözleri yerleştiriyor.
Yeni albümünüz ‘Rivers That Run For A Sea That Is Gone’, 10 Mart’ta çıkacak. İlk albüm, Reptile Youth ile yeni albüm arasında ne gibi farklar var? Yeni albümde bizleri neler bekliyor?
Mads: Rivers That Run For A Sea That Is Gone’da genel olarak karanlık bir enerji var. Hatta biraz da sert. Çok çalıştık ve ürettik.
Müzikal yetenekleri ve hayal güçlerinden etkilendiğin müzisyenler kimler?
Mads: Müzikal esinimin kaynağı babam. Çocukluğumda, beraber bulaşıkları yıkarken The Beatles, Pink Floyd ve Neil Young dinler ve şarkılara eşlik ederdik. Ergenliğimde, Primal Scream ve Nirvana gibi gruplar dinlemeye başladım. Bugünlerde, Kanye West’ten, The Horrors ve Trentemøller‘a kadar farklı tarzlar dinliyorum.
Müzik kariyeriniz için planlarınız neler? Mesela FIFA dünyaca ünlü bir futbol oyunu. Fifa soundtrackleri arasında bir şarkınızın yer almasını ister miydiniz?
Mads: Evet. Bir gün FIFA soundtracklerinde yer almak güzel olur. Çünkü o şarkılar beyinlerde yer ediyorlar. Asıl istediğimiz anlaşılır müziği yapmak. Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi düşünmeden bunu gerçekleştirebiliriz. Bence iyi müzik ancak böyle doğar.
Festivallerdeki performanslarınız övgü dolu yorumlar aldı. Birçok festivalde çaldınız, bunlarda bahsedelim biraz da…
Evet birçok festivalde çaldık. Montreaux Jazz Festival, Iceland Airwaves, Melt Festival ve Roskilde Festival. Ama çoğu zaman en güzel yerler, saklı olanlar gibi düşünürüm. Bu gezegenin birer parçası olan ancak ummadığınız yerde gerçekleşen festivaller… Kendi toplumlarının damarlarında yeni müzik tarzı için savaşmaya hazır insanların müziği.