S

on günlerde içtenliği, sade ve hüzünlü mizahıyla çoğumuzu çarpan bir müzisyen Kalben Sağdıç ya da onu tanıdığımız haliyle “Kalben”.  Büyüklere şarkılar söylerken miniklere öyküler anlatan, modern ve fabrikasyon üretimlerden her dakika deja-vu yaşadığımız şu anlarda samimiyetiyle dinleyicisini saran bir kadın Kalben. 

Bize “Her şeyi bırakıp sadece Kalben dinleyelim.”  dedirten bu güzel müziğin nereden geldiğini sorduk, aldığımız cevaplarla içimiz bir defa daha ısındı. Hoş geldin Kalben!

Merhaba Kalben, öncelikle bize vaktini ayırdığın için çok teşekkürler.  Seninle henüz tanışmış olsak da bildiğimiz kadarıyla müzik serüvenin bir hayli uzun zaman önce başladı. Bize müziğe dair ilk anılarını anlatabilir misin biraz?

Merhaba sevgili Rave Magazine. 8 yaşında klavye çalarak başlayan serüven 14 yaşında gitarla tanışmamla devam etti. İlk bestelerimi yapmaya ergenliğin karanlık yollarında başladım. Bir orkestramız vardı lisede. Okul içinde ve birkaç kamusal alanda konser verdik. Ankara’da üniversitede özgürlüğün tadını çıkarırken internetle, müzikseverlerle ve harika müzisyenlerle tanıştım. Çeşitli mekanlarda sahne aldım. İstanbul’da Mitanni’de sahne alırken kira, fatura, yazarlık girdi ve uzun zaman müzik yapma fikrinden uzak kaldım. Sofar İstanbul deneyiminden birkaç ay öncesine kadar “Ben bunu yapacağım.” demiyordum. Ne güzeldir ki Sofar İstanbul’da başlayan yolculuk bugüne kadar geldi ve dilerim müzikle iç içe olmaya devam edebilirim.

Genel olarak bağımsız sahnede müzik üreten sanatçılar pek çok zorlukla karşılaşıyor, Türkiye’de ise bu durum biraz daha fazla hissedilmekte.  Neleri değiştirmek isterdin ya da nasıl bir ortamda üretmek daha keyifli olurdu senin için?

Türkiye’de sadece sanatçılar değil işçiler, memurlar, özel sektör çalışanları da birçok zorlukla karşılaşıyor her gün düzenli olarak. Sadece bu topraklarda değil, “Gelişmekte olan” ülkelerin hemen hepsinde özgürlük, maddi ve manevi rahatlık, hak ettiğini elde edebilme gibi konularda atılması gereken adımlar var. Diliyorum ki dünyayı güzelleştirmek isteyen insanların omuzlarına binen yükler azalsın. İmtiyazlı insanların yükselebildiği bu düzenin yerini hak ve fırsatların eşit dağıldığı bir düzen gelsin. Bu soruyu yanıtlarken söylemlerimin hep naif ve iyimser kaçacağını fark ediyorum ve diyorum ki insan insan olduğu için güzel hissedebildiği sürece üretmekten keyif alabilir.

Gelelim meşhur Sofar İstanbul performansına. Sanırım dinlediğimde beni çarpan ilk şey sadeliğin ve müziğinin samimiyetiydi.  Uzun süredir özlediğim bir içtenlik var müziğinde. Peki, bu şarkıların hikâyesi, oluşumu nedir? Bize biraz üretim sürecini anlatabilir misin?

Ne güzel sözler… Teşekkür ediyorum. (gülücükler) Şarkılar sözleriyle ve müzikleriyle birlikte geliyor. Dürüst olmayan insanlar sayesinde öğrendiklerimden besleniyorum. Üretim süreci kimi zaman yorgun ve mutsuz günlerin sabahında aklıma gelen bir cümleyle başlıyor, kimi zaman birçok kadının ve erkeğin ortak sıkıntılarına hayıflanmamla… Bugüne değin genellikle kafamı bozan durum ve olaylardan etkilendim ancak yeni yeni şarkılar yapıyorum. Heyecanlıyım. Dilerim, neşeden, aşktan ve mutluluktan beslenen bu şarkıları da birlikte söyleriz.

“Sadri Bana Alışık”, “Pişmaniye”, “Canavar Merdiveni”, “Oh Yeah Bebek” gibi şarkılarında hüznün mizahı var sanki biraz Didem Madak gibi. Hüznünde biraz mizah var mıdır yoksa uyduruyor muyum?

Ne uydurması! Kendimle dalga geçmeye bayılırım. Kusurlarımla, komplekslerimle, iki memurun çocuğu olmaktan gelen tatlı ezikliklerimle… Beni üzen her durumdan bir şaka çıkarmayı denerim. Didem Madak demişsin. Suratıma dev bir tebessüm yayıldı.

Bildiğimiz kadarıyla “Lulu’nun Maceraları – Lulu Güneşi Arıyor” adlı bir çocuk kitabı yayımladın.  Çocuklar için öyküler yazma fikri nasıl gelişti? Biraz kitabından bahsedebilir misin?

Akmerkez’de bir reklam ajansında çalıştığım dönemde Kadıköy’e 1.5 saatte giden bir otobüs vardı. Lulu Güneşi Arıyor’u o otobüste yazdım. Saçma bir hikaye ancak işin aslı bu. Anneme adamak istediğim bir hikaye vardı aklımda. Annesi Kraliçe Hür’ü kaybeden ancak onun Sonra Boyutu’na gittiği yalanıyla kandırılan prensesin hikayesi böylelikle hızla şekillendi. Çocuklara gerçek şeylerden bahsederken kırıcı ya da yıkıcı olmamayı denemek çok öğretici bir deneyim oldu. Sevgili illüstratör arkadaşım Dilem Serbest sayesinde Aylak Adam Yayınları’na ulaştık ve birlikte kitabımızı hazırladık.  İnsanların çocuk kitaplarıyla ilgilendiğini görmek umut verici. Ve Lulu’nun maceraları devam edecek. (reklamlaar)

Sosyal paylaşım siteleri artık müzisyen-dinleyici arasında çok kolay ve hızlı bir iletişim yolu sunuyor.  Paylaşmak, tepkileri gözlemlemek nasıl hissettiriyor sana? Şimdiye kadar nasıl tepkiler aldın?

Paylaşmak harika. Paylaşabilmek, bu güveni hissetmek, kendime ve bir yerlerde bu şarkıları severek dinleyecek insanların varlığına inanmak… Sosyal medyanın etkisini en net hissettiğim deneyimimi paylaşayım. Bir sabah Oh Yeah Bebek ve Çakmak şarkılarını SoundCloud’dan kaldırdım. Yeni olmalarından ötürü emin olamadım sanıyorum. Akabinde yorumlar, tweet’ler, mesajlar… Konserde gelip “Şarkılar nerede?” diye hesap soran dinleyiciler… Mutlu oldum yahu. Şarkılar benden çıkmış, gitmiş. Bizim olmuş.

Soundcloud hesabından şarkılarına ulaşabiliyoruz. Peki, yolda bir EP ya da albüm projesi var mı? Ya da yakındaki konserlerin?

Bu sene albüm senesi. (neşeli surat) 23 Ocak’ta Mojo’da Yok Öyle Kararlı Şeyler’in öncüsü olacağım. 25 Ocak’ta Babylon Demonation Festival’ın ikinci gününün açılışını yapacağım. 31 Ocak’ta Karga’da Utkan la Deniz konserinden önce çalacağım.

Bugünlerde Kalben’in playlistinde kimler var?

Mulatu Astatke, Elliot Smith, John Frusciante, Mac DeMarco, Adamlar, Kaan Boşnak, Kanye West, Daniel Avery, Tracy Chapman, Sevinç Tevs, Nick Drake, Robyn…

Son olarak, mutlu bir gün nasıldır senin için?

Şahane soru! Dostlarımla, sevgiliyle, sevip dinleyenlerle, yani kendime kurduğum toplumun genel geçer yargılarına göre işlevsiz ama bana göre şahane olan ailemle kemiklerimizi ısıtan, kulaklarımızın pasını silen, derdimizden öğrendiğimiz, keyfimizden delirdiğimiz bir gün; mümkünse bir Nisan günü. Işıkta yükselen tozlar, aklımızda yepyeni fikirler; yapacaklarımıza dair heyecanımızı hiçbir kanunun, ülkenin ve düzenin elimizden alamadığı, bize satılmamış bir gün. Düşlediğim en mutlu gün, doğanın göbeğindeymiş gibi özgür ve kendimizi arayıp da bulmuşuz gibi rahat bir gün.

SOUNDCLOUD | FACEBOOK | TWITTER 

Fotoğraf: Ayşenur Dumlupınar