Bu röportaj match-up‘ın ‘Yavaş Yaşam’ teması son sayısında yer aldı.
Yaşadığımız zamana boyut kazandıran müziğin geçmişten günümüze olan ve aynı şekilde geleceğe doğru yol alan esrarengiz yolcuğuna 90’lı yıllarda giriş yapan Tolga Böyük, çocukluk arkadaşı Farfara ve müzisyen kimliğinin olgunluk meyvesi Islandman projesi ile karşımıza çıkıyor. Hikayesi olan şarkıları sevdiğimiz gibi bize bu hikayeyi en sade duruşu ve içtenliği ile anlatan müzisyenleri de seviyoruz. Şimdi Tolga’nın yanına oturalım söyleyeceklerine kulak verelim.
Taner Turna
Ses çok güçlü bir iletişim sistemi. İlkokul yıllarında saz çalarak müzikle ilgilenmeye başladım. Sanırım bir enstrüman çalmaya başladığınız ilk yıllarda, müziği bu enstrümanla ilişkilendiriyosunuz. Aklınızdaki melodileri ve hisleri aktarabileceğiniz bir araca dönüşüyor enstrüman. 90’lı yıllarda saz ve klasik gitarla bu aktarım üzerine içgüdüsel olarak çalıştığımı söyleyebilirim. 2000’li yıllarda ise bu aktarımın imkanları, sınırları – sınırsızlıklarını deneyimleyerek kayıtlı müzik üzerine düşünmeye ve çalışmaya başladım. Elimdeki enstrümanlara başka boyutlar kazandırabiliyordum artık. Birbirleriyle nasıl konuştuklarını, bir sahil kenarında veya bir uzay gemisinin içinden geliyormuş gibi seslere zaman ve mekan yüklenebildiğini keşfetmeye başladım. Bu yaklaşımla ‘kayıtlı müzik’ aslında bir resme benziyor. Işığın nereden geldiğine, hangi bölümlerin karanlık olduğuna, çekildiği andaki kadrajdaki harekete karar verip tasarlayabildiğiniz ve sonrasında bir araya getirip daha geniş bir hikayeyi anlatabildiğiniz bir resim.

Fotoğraf: Yeşim Koçal
Sanırım prodüktörlük işte bu resmin estetiği ile ilgili bir kavram. Bunu 2010 yılından beridir iki yakın dostumla birlikte sürdürdüğümüz Farfara ile keşfetme şansım oldu. Bir araya gelip emprovize çaldığımız zaman bazı anlar geldi ki; 3’ümüzün arasında seslerle olan iletişim sanki zamanı titreştiriyor, zaman müzik oluyor ve ‘an’ başlıyor hissine kapıldık. Ve son iki yıldır bu ‘an’ı nasıl kaydedebiliriz sorusu bizi oldukça meşgul etti. Üç kişilik bir müzik gurubu olmanın geometrik olarak ta bir özelliği var; kapalı bir düzlem oluşturmak için en az 3 nokta gerektiği gibi. Çalarken bu 3 noktanın çıkan müzik üzerindeki etkisi hem çok kırılgan hem de çok baskın. Bu denge, kişisel müzikal yolculuklarımızda bizi her geçen gün besliyor.
Islandman projesi de yine 2010 yılında Farfara olarak bir araya gelemediğimiz bir dönemde müzik yapmaya susamışlıktan doğdu. Bu güne kadar yayınladığım müziklerin tümüne verebileceğim bir müzik türü adı yada tek bir tanım vermem çok zor. Yalnızca bir bağlama ezgisinden oluşan parçalar da var, ‘İkaru’lardan esinlenilmiş dans parçalarıda. Her an değişen, -hareket eden- , birleşen yada ayrılan bir çok ilhamın yalnız kaldığımda toprağa attığım tohumları ve çiçekleri. Islandman adı da bu çiçekçi dükkanın adı. Şu anda müziğimi soundcloud’dan yayınlıyorum.
Müzisyenlik gelecek ile ilgili plan yapması oldukça zor ama planlarından ve hayallerinden ötesini yaşamanı sağlayabilen bir meslek. Bir ‘iç ses’. Dünyevi ve ruhani boyutların arasında sabit ince bir ipin üzerinde yolculuk yapmak gibi. Bu ip üzerinde sakince yürümeyi diliyorum, iki boyutun üst üste binip tek bir manzaraya dönüşünü izlemeyi.
Farfara ile kaydettiğimiz albüm ve konserler sebebiyle sık sık Berlin’de vakit geçirme ve burada müziğe olan bakışla ilgili kendimce çıkarımlar yapma imkanı buldum. Son iki yıldır burada etnik dünya müziğiyle birlikte 80’ler öncesi Türk müziği; neredeyse en çok hayranlık duyulan, araştırılan ve çalınan müzik türü. Çocukluğumdan beridir kulaklarımın bir yerlerinde asılı duran, bir şekilde birlikte büyüdüğüm tınıları, başka bir mimari yapı ve farklı bir kültürel yapı ortamında duymak her defasında farklı bir deneyim yaşatıyor. Anadolu’ya ait müziğin derinine inme arzumun, burada geçirdiğim her gün arttığını hissediyorum. Saz müziğinin kırılgan ama mutlak güçlü etkisini kendi iç müziğimle birleştirmek ve bunu yaparken ilham aldığım bu hazineye, bir sandık dolusu altın değil de dedelerimizden kalma bir masal değeri yüklemeye gayret ediyorum.
Canlı performanslarda çaldığım müzik konser mekanına göre değişiyor. Sabit bir ekipman ve set yerine performansın mekana ve insanlara göre şekillenmesinden zevk alıyorum. 20-30 kişilik küçük, herkesin oturup sakince kendine dönebileceği ortamlarda çalmak çok mutluluk verici ve iyileştirici özelliğe sahip. Kadıköy’de, Radyo Fil Mekan’da verdiğim konserde, gelen seyirciler ile birlikte buna benzer bir ses deneyimi yaşadık. Konser sırasında cep telefonumu ses sistemine bağlayıp bir bankayı aradım ve operatörün sesini de müziğin içinde kullandım. Bunun gibi rastlantısal sesler konser sırasında insanları müzisyen veya dinleyici gibi ayrımlardan ayırıp hep birlikte bir mekan ve zamanı deneyimlememizi sağlıyor. Hayatın içinden geldiğini hatırlatıyor.
Tolga Böyük
Soundcloud | Facebook
Not: Tolga’nın oldukça doyurucu ve akışkan anlatımına parazit olmamak için soruları aradan çıkardım. Bir de böyle deneyelim istedim.