Yeni not defteri, yeni konserler… 20 Ağustos 2014, Portishead İstanbul konseri, dolayısıyla Midtown Fest ile ilgili cümlelere geçmeden önce söylemeliyim ki, Tori Amos konseri sonrası yaşadığım talihsiz serüvenler dizisi, bitirme projesi ve yaz okulu stresinin ardından, Portishead konserini yazıyor olmak iyi hissettiriyor. Son konser yazımı yazdığım laptop şu an yaban ellerde, çalınmış ve çırpılmış da olsa hayat devam ediyor, konserler bitmiyor. Lisede sevilen gruplar unutulmaz ekolunun benim için temsilcilerinden biri olan Portishead de tam zamanında atıyor adımını İstanbul’a. 20 Ağustos 2014 Beth Gibbons’u birinci ağızdan dinlemek için güzel bir gün.

Saat 18.00 gibi evi boşluğa emanet edip çıktım sokağa, hırsızlıktan beri kapıyı ardımdan her kapatışım tedirgin. Ancak Portishead’in heyecanına sarılı vücudum, evimden Küçükçiftlik Park’a giden yolun tozunu almak için hevesliyim. Bu noktada yeniden Portishead konusundan sapıp Arap turistler hakkında yazmak istiyorum. Çok ani bir konu değişikliği olsa da bu, anlayış gösterin, şu an metrodayım ve Cevahir durağına yaklaştıkça Arap turistlerdeki kımıldanma artıyor. Elimi sallasam 3-5 Arap turist çekerim gibi geliyor önümdeki insan denizinden, tabi bir dolu da alışveriş torbası. Zaten sağa sola çarpa çarpa yürüme turizmi için geldiğiniz İstanbul’da, taşıyabildiğiniz kadar alışveriş yapsanız, siz de daha rahat edeceksiniz ben de. Ya bir de bebek falan var yahu zor olmuyor mu? Neyse, bu konuyu ırkçılığın sınırlarında kapatıyorum ve kendimi Küçükçiftlik Park’a ışınlıyorum.

Barın kenarında oturuyoruz Ceylan’la, kendisine çektiği fotoğraflar için teşekkür etmeye alışkınız ancak bu sefer photopass alamadık, fotoğraflar cep telefonuyla, ama yine de güzel bir iki kare var. Karnımızı doyuruyoruz. Ceylan hotdog yiyor, bense hamburger. Festivalde karın doyurmak hassas bir konu benim açımdan, yüksek fiyatlara alınan alçak lezzetli besinler üzüyor beni. Ancak Fellas Hamburger çok iyi, normal bir fiyata çok lezzetli bir hamburger ve yanında patates kızartması alabileceğinizi bilin bir sonraki festivalde Fellas Hamburger’i görürseniz. O sırada sahnede Ringo Jets var. “Bunları çok seviyorlar.” diyoruz Ceylan’la Ringo Jets için, bize pek hitap etmediklerini ekleyerek. Ancak sahneden inmeden önce çaldıkları son parça çok hoş, sevenlere hak veriyoruz. Ayrıca bir festival alanına göre o gün oldukça sönük kalmış mekanı, festival alanına benzeten tek şey diyebileceğim tezgah Ringo Jets’in, Portishead tshirtü bile satılmayan festivalde, kendileri Ringo Jets tshirtü satıyor, bu harika. Müziğe, gruplara, hatta insanlara dair şehirde bulamayacağımız ürünler yer almalı festivallerde. Çünkü festivaller yakınlaşma ayinleri bir nevi. Müziğini sevdiğin grubu, sevdiğin müziği seven insanlarla paylaşma noktaları, senin dinlemeye bayıldığın şarkıyı dinlerken harbiden bayılan insanlar olduğunu görüp şaşırma yerleri festivaller. Düşünsene, bir daha Portishead seven o kadar insanı bir arada göremeyeceksin. Bu yüzden festivaller özel etkinlikler ve sahneye grup çıkarmaktan ibaret olmamalı festival organizasyonu. Bu açıdan eksik kaldı Midtown Fest benim için. Bu içimi de buraya döktükten sonra gecenin ilerleyen saatlerine saralım kaseti, Portishead’den başka her şeyi anlatıyormuşum gibi hissediyorum ama umarım sıkılmıyorsundur okuyucu, zaten daha Portishead konseri başlamadı, sırada Savages var.

Savages’ı ben bilmiyordum, bilen bir kitle vardır mutlaka diye düşünüyordum. Ancak insanların müziğe reaksiyonunu gözlemlediğimde, festivale Savages dinlemeye gelen pek kimse yok gibiydi. Festivale gelmeden önce, neymiş bu Savages diye dinlediğim şarkıda vokali erkek zannetmiştim, oysa sahnede dört kadın var. Müzikleri de, sahnedeki duruşları da maskülen. Basçılarının yarı Türk olduğunu söylediler, şimdi baktım, adı Ayşe Hassan’mış, keşke o zaman baksaydım. Ayşe Hassan adlı bir kadının İngiliz bir post punk grubunun İstanbul konserinde bas gitar çalıyor olması beni eğlendirirdi. Çünkü müzikleri beni pek eğlendirmedi. Solistin sesi güzel, hatunlar enstrumanlarına hakimdi ancak ben “bi’ cover yapsanız da neşemizi bulsak” hissiyatıyla dinledim konseri ki şimdi setliste baktığımda görüyorum ki bir cover yapmışlar, iyi, ama ben farketmedim. Yine de “Fuckers” adlı şarkının öncesinde solist Jehnny Beth’in seyirciyle girdiği küfür öğrenmek isteyen turistleri andıran diyalog, Türkçe “Onların moralinizi bozmasına izin vermeyin.” demesi ve kapanış şarkıları “Fuckers” gecenin güzelliklerindendi.

Sırada Portishead konseri var ve ben yine hangi zaman kipini kullanmalıyım, emin olamıyorum, çünkü zamanı durduran bir performanstı Portishead’inki. Kendimi hala festivalde gibi hissedip, festivalde gibi yazmama sebep olan bir performanstı. Beth Gibbons şarkıları stüdyo kayıtlarından bile güzel söylerken, görseller olağanüstü bir şekilde eşlik ediyordu kendisine. Görsellerin, gerçek zamanlı kamera görüntülerini ses frekansına göre işleyen bir algoritma ile yaratıldığını belirtmek istedi içimdeki geek bu noktada, ayrıca bir görüntü yönetmeninin zaman zaman elle müdaheleleri de mevcuttu sanırım. Muhteşem bir harmandı sahnedeki, “Silence”la başlayıp “Naylon Smile”la devam eden, “Mysterons” ile iyice lezzetlenen bir hasattı. Ve “Sourtimes” hiç bu konserdeki kadar güzel olmamıştı. “Sourtimes” ile açılan perde kapanana kadar tüylerim diken diken olmayı bir an bile bırakmadı. Sesin keyif verici madde haliydi Beth Gibbons’un dudaklarının arasından dışarı süzülen şey o akşam. Gezi Parkı ve “Machine Gun”ın dayanışması, “Machine Gun”ın ardından sahneye doğan güneş ve Beth Gibbons’un, gerçekten de kendisine albüm kayıtlarından daha yakında olduğumuzu hissettiren sesi, gecenin büyülü iksirinin malzemeleriydi. Yalnız ekstra şansım sayesinde ben, arkamda gırtlak yapa yapa tüm şarkılara eşlik eden kız sağolsun, her şarkının trip-hop ve jazz versiyonunu aynı anda dinledim ne yazık ki. Bis öncesi, çıkışta taksi bulabilme amacıyla kapıya yakın bir yere yönelip, “Roads”u, kapı ağzı diye tabir edebileceğim bir noktadan dinlemiş olmak da içimi ezen bir başka konuydu, bu sayede en azından “Roads”un jazz versiyonundan kaçmış olmamızsa tesellisi. Ancak bunu bir daha yapmayacağımdan eminim, çünkü taksiler, herhalde Zonguldak’a falan yolcu çıkar beklentisiyle olsa gerek, nereye gideceğimizi bile öğrenmeden reddediyorlardı bizi o gece çıkışta. Telefonla konuşur gibi yapan, bakışlarını kaçıran, trafiğe odaklanmış taklidi yapan taksicileri görmek öyle ilginçti ki sinirlenemedik bile. Tabi o an Beth Gibbons’un konser sonunda seyircilerle kucaklaşmasını, taksici tribi çekmek için kaçırdığımı bilsem muhtemelen sinirlenirdim. Gerçi bu sefer konseri paşa paşa “en arkadaki kalabalık grup” içerisinden izlediğim için, içeride olsaydım da iç geçirmekten başka bir şey gelmezdi elimden ama olsun, Portishead’in dünyayı unutturucu performansına haksızlık ettim taksi telaşına düşerek o akşam.

Portishead konseri festivalin kendisinden daha güzeldi diyerek sonlandırmak istiyorum yazımı. Gittiğimiz konserlerden plak alma geleneğini başlattık Ceylan’la bu konserde, alınacaklar listesine bir plak çalar eklendi haliyle. “Kova listeme” eklenen madde ise Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde Portishead izlemek, umarım en kısa zamanda gerçekleşir. Bu sefer bütün yolu yürüyerek döneceğim eve, taksi yok, sen yeter ki tekrar gel Portishead, bir de yeni albüm getir lütfen!

portis3

portis1

portis2