Bir önceki yazımda olduğu gibi keşif sahnesinin bu seferki konuğu da Ninja Tune bünyesinden sizlerle buluşuyor. Bu yazımda iki gruptan bahsetmiş olacağım çünkü Portico’nun macerası aslında benim de tanışmama sebep olan Portico Quartet çatısı altında 2005 yılında başlıyor. Gelin isterseniz bu iki grubun Londra sokaklarında başlayan müzik yolculuğuna göz atalım.

İlk albümünü 2007’de Knee-Deep in The North Sea ismiyle, kendi prodüktörlüğünde çıkaran Portico Quartet dikkatleri hemen üstüne çekmeyi başardı. Britanya bölgesinde prestiji bir hayli yüksek Merkür Ödülü’ne aday gösterilmesi ve Time Out tarafından 2007’nin en iyi caz albümü seçilmesi grubun kariyerlerine güzel bir başlangıç yapmasını sağladı. Bu başarıının asıl sebebi aslında grubun daha önce örneğine pek rastlamadığımız bir sound’a sahip olmasıydı. Modern caz ve folk temeliyle oluşturulan müziğin yanına efektli hang drum ve saksafon eklenince işte ortaya böyle renkli bir müzik çıkıverdi.

Portico Quartet serüveni 2009 yılını gösterdiğinde grubun ikinci albümleri Isla ile karşılaşıyoruz. John Lennon, Pink Floyd gibi isimlerle çalışmış John Leckie prodüktörlüğünde çıkardıkları albüm, müzik tarihinin önemli stüdyolarından biri olan Abbey Road’da kaydedildi. Isla’nın tınıları ilk albüme göre bir hayli yakınlık gösterirken en önemli farkı biraz daha duygu ağırlıklı oluşu. Şarkılarda uzun uzadıya giden her bir enstrüman size dinleme açısından çok geniş bir yer bırakıyor ve böylece hayallere yolculuğunuz kaçınılmaz oluyor.  Sakin kıyılarda giden şarkıların kimi yerlerinden yükselen saksafon ve davul ikilisi sanki içinizdeki çığlıklara eşlik ediyor gibi. Grubun Isla albümünde öne çıkan şarkılarını The Visitor, Line, Dawn Patrol olarak sıralayıp sonunu Abbey Road performansı ile bitiriyorum.

Isla’nın çıkışından 2 yıl sonra grubun ilk üye değişikliğine tanık oluyoruz. Gruba kuruluşundan 2011 yılına kadar hang ile katkıda bulunan Nick Mulvey kendi solo kariyeri için gruptan ayrılma kararı aldı ve yerini Keir Vine’a bıraktı. Yeni kadrosuyla çıkardıkları ilk albüm ise çok gecikmeden 2012 yılında grubun kendi ismiyle Real Words Records bayrağı altında piyasadaki yerini buldu. Bu albümde öncekilere göre kimi yerlerde daha oturaklı kimi yerlerde ise daha deneysel seslere rastlamaktayız. Isla turu sırasında tohumlanan albümün diğerlerine göre farklılık gösteren güzel yanlarından biri ise grubun ilk defa vokalli bir şarkı kaydetmiş olmalarıydı. İsveçli vokal Cornelia Dahlgren’ın seslendirdiği Steepless şarkısı belkide yeni oluşacak Portico için önemli bir adım olacaktı, kim bilir?

Portico Quartet ile süren yolculuğumuz 2014’ü gösterdiğinde,  grup tekrardan bir ayrılık kararı alarak en yeni üyeleri Keir Vine ile yollarını ayırdı. Grubun son zamanlarda elektronik müziğine artan ilgileri ve kadronun artık hang drum olmadan ilerleyecek olması Portico’ya yön veren önemli bir gelişmeye sebep oldu. Kadrosunu Fitzpatrick, Wyllie, Bellamy ile netleştiren grup ilk albümünü geçtiğimiz nisan ayında Living Fields ismiyle piyasaya çıkardı.

Albümün çıkmasından sonra Quartet müziğinin bitme ihtimalinde dolayı biraz burukluk yaşamış olmam yeni çalışmalarını ilk dinleyişimdeki aldığım hazzı ister istemez biraz etkilemişti. Fakat doğru zaman-doğru yer ikilisini yakalayabildiğinizde her şey gibi müzik de çok farklı hisler yaşamanıza sebep oluyor… Portico’nun albümünü elektronik olarak sınıflandırabilirken sound’u oluşturan başlıca sesleri synthesiser, samples, drum machine olarak sıralayabilirim. Yeni gelen müziğin başka farklılığı ise gruba eşlik eden birbirinden güzel sesli vokalleri oldu. Alt-J vokali Joe Newman, İngiliz Jono McCleery ve Britanyalı müzisyen Jamie Woon’ın seslendirdikleri şarkılar bu derin altyapılarla birleşince ortaya pek güzel şeyler çıkmış. 2013 yılında Babylon’da izleme fırsatı bulduğum Portico Quartet’ı şimdiki Portico müzikleriyle de izlemeyi umut ederekten sizleri Living Fields albümünün derin yankılarıyla yalnız bırakıyorum…