İ
skoçya’dan çıkıp gelen, ruhları 70’lere ait, ölüyü tekrar öldürüp dirilten retro kafalı dört okul arkadaşından oluşan buz gibi bir psychedelic grup; Apache Sun.
Hiç şimdi bu grup geleceğin Tame Impala’sı falan diye eyyorlamayacağım, kendilerini stereotype kılıflarımıza uydurmaktan bizi kurtarıp websitelerinde ilk iş kırk yıllık ekşici gibi tanım girmişler. Yazının ilerleyen kısımlarında ben zaten eyyorlayacağım, bakalım onlar kendileri için ne demişler:
Glasgow’un karanlık derinliklerinden Apache Sun. Bulanık bir görevdeki kardeşler. Nick Cave’in yeraltı huckterizmiyle The Cramps’in bataklıkvari boogiesini birleştiren 2014 yılında bir araya gelen dört parça insan. Günbatımının ötesinde, güneş patlaması müziği. Yılanlı bir olukta, alçakgönüllü ve sarhoş edici. 2016’da 30th Century Records ile sözleşme imzaladı. Bu yıl büyük şeyler bekleyin!
Her gün siyah gözlüklerimi takıp evden üniversiteye gitmek üzere yürüdüğüm bol palmiyeli Antalya yollarını adımlarken Spotify’ın bana önerdiklerini zaplama esnasında bir süre durup kafamı palmiyelere çevirmeme vesile olan şarkıları “The Rain That Never Came”, ben birkaç milyon beklerken YouTube’a yüklenmesinin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen yalnızca 47 bin dinlenmiş.
2014 yılından beri müzik yapmalarına rağmen diskografileri kısır, ancak şarkıların içi dolu. Grubun diskografisi internette derlenmemiş, bir de kendim derledim. Avrupa’ya Türkiye’yi kıskanması için bir neden daha verdik, bayrakları asalım:
The Rain That Never Came – Single – 2014
Wandering Eyes – Single – 2014
Backseat Driver – Single – 2014
Club Noir – Single – 2014
Silhouettes – Single – 2015
– Eyyor mode on –
Grubun sound’una vintage, bol bol reverb ve yetmişler hakim. Şarkılarda Tame Impala ve Temples tadı var. Bazı şarkıları bana ufaktan Ty Segall ve Thee Oh Sees kokuyor. Ancak bence aynı zamanda grubun içinde onu kemiren The Black Keys gibi bir şey var ki beni çeken de bu; arafta, bulanık bir karakteristik yapı -köpürmesi-. Ya da ben duymak istediğimi duyuyor, düşünmek istediğimi düşünüyor olabilirim ama bunu kendimce açıklayabilirim.
Şöyle ki grup hakkında bir kaç Kanadalı müzik yazarı genel olarak alçakgönüllü bir sound, Tame Impala ve Temples etkisi görülüyor demiş ancak reverb denilen şey -yankı- bence keskin sirkenin etki edemediği bir küp; çirkin bir kadını güzel gösteren tek parça bol dekolteli bir elbise. Riff’lerin umursamaz ancak içinde bir sıkıntı varmışcasına takılmasıyla birlikte bence grubumuz Temples ve Tame Impala’dan sıyrılıp bulanık sularda yüzüyor, bu da onların karakteristik yapısını oluşturuyor.
En solid sound, doğru reverb efektiyle pastel renklere bürünebilir, içinizi ısıtabilir. Aslında grubun enstrüman sound’ları oldukça keskin karakterlerde. Gitarın ayakları yere sağlam basıyor, bassline alttan alttan kaya gibi. Yalnızca davul tonları ve vokal oldukça soft. Keskin ve huysuz enstrümanları bolca reverb ve soft vokal pastel renklere bürüyor, sonra benim bir anlığına palmiyelere odaklanışım gibi, Ahu Türkpençe’yle karşılaşmış Nejat İşler gibi pastel pastel dolanıyorsunuz.
Sound ve riff’ler bana sanki içten içe “benim bir sıkıntım var ama ne olduğunu kendime de söyleyemiyorum” ve “kuzenlerim mermiye kafa atıyor ama umrumda değil sen bana fırsat vermesen de olur ben zaten mermi gibiyim” diye sesleniyor. Sound ve riff’lerimiz oldukça zeki ama çalışmıyor, huysuz, yakışıklı ve egoist. Tame Impala’ya yürüyen, Temples’a göz kırpan The Black Keys delikanlısı. Tabii Tame Impala, The Black Keys sound’larının ne kadar özgün olduğu tartışılır ancak bu başka bir hesaplaşma konusu. Bunun dışında Wandering Eyes şarkılarıyla ben biraz da Thee Oh Sees ve Ty Segall tadı aldım. Bana kalırsa grubun tam karakterini yansıtan şarkılar The Rain That Never Came, Backseat Driver ve Club Noir.
– Eyyor mode off –
Apache Sun aslında çok da yeni sayılmayacak bir grup. Birkaç Kanadalı müzik yazarı Apache Sun’ın websitesinde de belirtildiği gibi 2016 yılında patlama yapacaklarını söylemiş. 2017 yılının ortalarına yaklaştığımız şu günlerde belli ki biraz yanılmışlar, Apache Sun hâlâ internetten yayınladıkları birkaç single ile Glasgow’un karanlık dehlizlerinde.
Kanadalı dostları görüyor ve arttırıyorum, grubun paylaştığı son single üzerinden bir yıl geçmiş olsa da 2018 yılında bu çocuklar doğru ellerde patlayabilir. Şöyle ki geçtiğimiz günlerde -11 Nisan 2017- Tame Impala’dan Cam Avery ile sahne aldılar, geçtiğimiz yıl anlaştıkları 30th Century Records’un kurucusu Danger Mouse abimiz Gorillaz, Norah Jones, The Black Keys, Gnarls Barkley gibi mübarek insanların prodüksiyonlarında yer almış feyizli biri. Eğer bu grup 2018’de patlarsa ve eyyorlamaları da doğru yaptıysam balkona bayrağı asarım.