Karşımızda Detroit’in havasını koklamış ve bu havayı şimdilerde Nashville ile birleştiren bir isim var: Jack White. Yani kimle karşı karşıyayız, bilelim değil mi? Jim Jarmusch‘un bana daha açılışından itibaren şairane gelen ‘Only Lovers Left Alive’ filminde, Adam ve Eve’in de arabayla önünden geçtiği ve evet seyrederken de Jack White‘ın yani asıl ismi olan John Anthony Gillis‘in bir yerden çıkacağı hissini veren ahşap bir evde yaşayan 10 çocuklu Gillis ailesinin en küçüğüdür. 5 yaşında kendi kendine davul çalmayı öğrenmiş ve daha sonra gitar çalmaya başlayarak müzik aletlerine olan ilgisini daha o zamanlardan belli etmiş. Gençliğini, rock müziğin kollarına kendini serbest bırakarak geçiren John Anthony Gillis; bir süre sonra bugünlerini şekillendiren isimler arasına blues sanatçılarını da eklenmiş.

Jack White‘ın ‘It Might Get Loud’da alt tarafı bir şişe, tel ve tahtadan elektrogitar yaptığı sahneyi hayranlıkla izlediyseniz (muhakkak: izlemediyseniz, o hüneri görmelisiniz), bilin ki 15 yaşında bir mobilya atölyesinde çalışmış olmasının da bunda katkısı büyük. Arkadaşlarıyla kurduğu farklı müzik tarzları olan gruplarda vokal yapmış, gitar ve bateri çalmış. Jack White‘ın Seattle’a hatta Nirvana‘ya dokunan bir yanıysa: müzik kariyerinde ‘ilk albüm’ olma özelliği taşıyan, gitar çaldığı ‘The Go’nun plak şirketi Sub Pop‘tan Nirvana‘nın da ‘Bleach‘i çıkmıştır.

Kırılma noktası: The White Stripes. Gelelim, asıl tanık olmaya başladığımız ama yine ve tabii ki geçmiş zaman kipiyle bahsedeceğimiz yıllara… 1997’de grup kurulduğunda ilk konserini bir yaz günü konser vermiş The White Stripes. Sadece 2 aydır davul çalan Meg White ve Jack White‘a dönüşen John Anthony Gillis de vokal ve gitarda yerini almış. 1999 yılında yayınlanan ilk albüm ‘The White Stripes’ta Bob Dylan’dan ‘One More Cup of Coffee’ cover’ı ile Jack White, vokaline hayran bırakmayı başarmış. ‘Hello Operator’ın da içinde bulunduğu ve analog bant olması dolayısıyla da ilgi uyandıran ‘De Stijl’ 2000’de, 2001’de ‘White Blood Cells’ ve ‘Jolene’i akla kazımıştı. Dillere marş olmuş şarkılara imza attı desem yalan olmaz ki FIFA’nın müziklerine de konuk olmuş ‘Seven Nation Army’i barındıran ‘Elephant’ 2003’te çıktı; aynı yıl Jack White‘ı, ‘Cold Mountain’da ufak da bir rolü vardı hatta soundtrack’te de yer aldı ve Jim Jarmusch‘un ‘Coffee And Cigarette’sinde masa başında Meg White‘a Tesla bobinini anlatırken gördük. ‘Blue Orchid’le o günlerde CD’yi bozma safhasına getirten ‘Get Behind Me Satan’ı 2005’te çıkardı. The White Stripes haricinde Jack White, 2006’da Coca Cola reklam müziği ‘Love Is The Truth’u besteledi ve seslendirdi. 2007’deki ‘Icky Thump’ ise The White Stripes‘ın son stüdyo albümü olarak diskografisine yazıldı.

Jack White müziği dahilinde: The Raconteurs. 2005 yılında Brendan Benson, Jack Lawrence, Patrick Keeler ve Jack White‘tan kurulu The Raconteurs, ‘Steady As She Goes’un da içinde bulunduğu ilk albüm ‘Broken Boy Soldiers’, 2006’da yayınlamıştı. Mojo’nun ‘Yılın En İyi Albümü’ olarak övgülerle bahsettiği, ABD ve İngiltere müzik listelerinde hatırı sayılır başarı elde eden albümü; 2008’de ‘Consolers of the Lonely’ takip etti. 2008 yılında James Bond filmi ‘Quantum of Solace‘ soundtrackinde ‘Another Way to Die’da Alicia Keys ile beraber gördük Jack White‘ı. 

Bol katkı maddeli: The Dead Weather. The Kills‘den Alison Mosshart, Queens of  The Stone Age‘ten Dean Fertitave, The Raconteurs‘dan Jack Lawrence, The White Stripes ve The Raconteurs‘dan Jack White‘ın ‘Horehound’ı yayınladıklarında yıl 2009’du. ‘Sea of Coward’ ertesi yıl listelerde yükseliş yaşarken, Jack White‘ın solo albüm haberleri de gelmeye başlamıştı. Elbette bir albüm gelecekti ama nasıl olacaktı?

Jimmy Page ve The Edge ile yer aldığı ‘It The Might Get Loud’da ‘Seven Nation Army’i dinlerken üç müzisyene ritim tutarak eşlik ederken bulduk kendimizi, yanılıyor muyum?

Kasım 2010’da Danger Mouse ve Daniel Luppi işbirlikçileri Norah Jones ve Jack White‘la ‘Rome’ albümünde buluştu. ‘The Rose with the Broken Neck’, tadına doyum olmayan ‘Two Against One’ ve ‘The World’ isimli üç şarkının vokalinde Jack White vardı.

2011’de folk ve country müziği dolu ‘The Lost Notebooks of Hank Williams’ albümünde ‘You Know That I Know’ ile yer aldı.

Açıkçası ‘Blunderbuss’ı baştan sona kaç kez dinlediğimi bilmiyorum. Kendi plak şirketi Third Man Records‘tan çıkardığı ilk solo albümü ‘Blunderbuss’ta üretkenliğini yaratıcılıkla dolu blues rock’ta buluşturdu. Eminim ki şarkı özleri, ritm ve tonları sayesinde birçok dinleyicinin vazgeçilmez albümler listesi arasında yer alıyor. ‘Love Interruption’da şarkı sözlerine vokalin ön planda olmasıyla dikkat çekilişi, Little Willie John cover’ı ‘I’m Shakin’de bluesun rocka bulaşmış hali ve ‘Trash Tongue Talker’da melodisiyle albümün en ilgi çekenleri arasındalar. Ayrıca, plak satış listelerinde 2012’de en başarılı olan albüm ise ‘Blunderbuss’tı.

‘Yahu, hiç mi detone olmaz?’ dedirten U2 coverı ‘Love is Blindness’ı, Gary Oldman yönetmenliğinde çekilen Amex UNSTAGED’deki kayıtlarda ‘I Guess I should Go To Sleep’te multi-enstrümentalistliğini gözler önüne sermekten çekinmez ve pek tabii ki bu haliyle de yere göğe sığdırılamaz bir Jack White!

10 Haziran’da yayınladığı ‘Lazaretto’da deyim yerindeyse ustalığına davet ediyor Jack White. Single sonrası ‘Lazaretto’ ile beklenti yükselirken, ‘High Ball Strepper’ ile biraz durulup, şimdilik albümden çıkan son video olan ‘Would You Fight for My Love?’da sakin vokalin peşinde koşarken, bence klasikler arasında yerini almaya hazır ‘That Black Bat Licorice’de tam anlamıyla 12’den vurmuş bir Jack White var. Bu sırada, unutmadan: Pearl Jam‘den ‘Vitalogy’nin tahtını kapan ise 20 yılın en çok satan plağı özelliğiyle ‘Lazaretto’ oldu.