Yıkıldı – yıkılıyor – durun biraz daha vedalaşalım sonra yıkarız – birazını yıktık bile – antik şeyler bulduk artık yıkamıyoruz – yok ya dağıtırız bile ilişkisi içinde olduğumuz İnönü Stadı’nda 26 Temmuz günü, ertesi gün manşetlerinin “stadı önce metalciler yıktı!” tipi potansiyel mega yaratıcılıklarının yolunu yapar bir Iron Maiden konseri vardı. ..bu kadarından haberiniz olmuştur.
Rave Mag ise sonrasında daha fazlasını aktarabilmek için oradaydı. Bizim haricimizde bir 875642635 kişi daha vardı, ama olsun; siz bizden duymuş olun.
[[ – DirenIstanbul‘u gördük mü çocuklar? – ]]
İşte İstanbul’a en son 2011’de, ondan önce de teee 1998’de gelmiş olan heavy metal’in maiden England paşalarının son ziyaretinin “oradaydık!”lı hikayesi;
Gecenin line-up’ı Iron Maiden’a 2 ön grup promosyonuyla Vodoo Six – Anthrax – Iron Maiden şeklindeydi ve konserlerde, hatta tüm dizilimin gecikmeyi kaldırmayacak şekilde sıkışık olduğu festivallerde bile, görmeye alışık olmadığımız kadar dakik işledi; hiçbir grup seyirciyi bekletmedi.
Çoğu kişinin konser sırasında tanışmış olduğu Voodoo Six, gecenin sürprizi olarak iz bıraktı. Iron Maiden’ın İngiltere’de keşfettiği ve bu yaz Avrupa’yı büyük büyüük abileriyle turlamakta olan 5’li, enerjileriyle, genç davucuları ve sempatik basçılarıyla dikkat çekti. Akşamüstü 6’da başlayan konserleri sırasında özellikle gaz parçalar seçip mükemmel tonlarda çalmış olmaları da bir diğer artılarıydı. Ayrıca sahnede yaklaşık 45 dk kalarak ön grup gibi ön grup olmuş oldular.
Voodoo Six indiği gibi sahne Anthrax için hazırlanmaya başladı, hazırlıklar bittiği gibi de, saat 7 civarı, Anthrax çıktı. Dediğimiz gibi, line-up gerçekten çok dakikti.
İstanbul’a önceden tek gelişleri 2010 yılındaki Sonisphere sırasında olan Anthrax’ın bu seferki performansları 3 sene öncesinden daha iyiydi. Sebebini daha iyi ses sistemine ve daha kulaklara daha anlaşılır ulaşan tonlarına bağlamak mümkün. Buna rağmen Sonisphere’in aksine bu kez seyircini Anthrax’a ilgisi yetersizdi. Voodoo Six’te de etkisini gösteren Iron Maiden’ı-ve SADECE Iron Maiden’ı- görmeye gelmiş kitle varlığını sürdürüyordu. Sonisphere’deki Anthrax seyircisi Iron Maiden alt grubu olarak Anthrax’ı izleyen seyirciye kıyasla çok daha ilgili, ateşli ve istekliydi. Fakat grubun seyircilerle hiçbir sorunu yoktu. Vokal Joey Belladona, bir ara sahne önünden bir hayranın kamerasını alarak kendini ve seyircileri çektikten sonra geri uzatıp gerekli sempati şovunu bile yerine getirdi. Grup, artık canlı performans demirbaşları olmuş geleneklerini de ihmal etmedi ve gitarist Scott Ian’ın en sevdiği grup olan AC/DC’den 1.5 cover çaldı [T.N.T.’nin tamamı + Back in Black’in başı].
Anthrax’ın bitmesiyle birlikte artık dolmuş olan stadda geri sayım başlamıştı. İzleyicilerin enerjisi ve sabırsızlıkları hissedilebilir, hatta mümkün olsa dokunulabilir boyutlardaydı. Özellikle sahne önündeki gruplarda gerçek bir “tanrılarını bekleme” heyecanı hakimdi.
Bu arada Maiden’ı beklerken stad düzensiz aralıklarla “Her yer Taksim her yer direniş!” sloganlarıyla doluyordu.
Derken, kalabalık daha beklemeye razıyken, saat henüz 9 bile değilken, iki sahne görevlisi sahne kenarındaki siyah perdeleri indirmek üzere yerlerini aldılar ve hemen ardından da konserin başlangıç işareti olan Doctor Doctor banttan girdi. Kitlenin coşkusu en açık gösteren de bu bant kaydına bile eksiksiz eşlik etmeleriydi. Ardından kolonlardan Moonchild’ın melodisi yükseldi, ve grup sahneye artık ikonlaşmış girişlerini yaptı…KOŞARAK. Yaş ortalaması 56.6666667 [we did the math] olan bir gruptan bahsettiğimizin altını çizmeye gerek var mı? Özellikle frontman [bu yazıda buraya kadar ilerlemiş olduğunuza göre bunu ben belirtmeden de biliyordunuz bence] Bruce Dickinson’ı sahne üzerinde aynı noktada 35 saniyeden uzun süre görememiş olduğumuzu söylersek grubun enerjisi hakkında daha fazla şey eklememize çok da gerek kalmaz.
Sahneyi aydınlatan tek unsur sizi bizi gömmeye azmetmiş delikanlı dedeler de değildi üstelik, prodüksiyon gerçekten çok iyiydi; gruba sahnede eşlik eden maskotları Eddie the Head’in her şarkıda nasıl değiştiğini mi anlatalım sahnedeki ateş şovlarını mı… Seyirci de, tekrar tekrar sözünü etmek lazım ki, gerçekten inanılmazdı. HER şarkıya hatasız eşlik ediliyordu. İzlemeye geldikleri grubu yalnızca ‘izlemeye’ gelmemiş bir kitle vardı. Sahnedeki insanlara duydukları hayranlık ve saygı, hiçbir şarkıda eksilmeyen coşkularından ve Bruce Dickinson’ın direktiflerine harfiyle uymalarından bile anlaşılıyordu. O gün konserde olup bugün bunu okuyanların arasında hala kısık sesle gezenler olduğundan eminim. Dickinson da sahnedeyken yalnızca grubunu değil, aynı zamanda seyircisini de yöneten gerçek bir lider gibiydi. Üstelik kıyafet değiştirme konusunda da İnönü’de kendilerinden önceki son konseri vermiş Rihanna’yla kapışabilecek kadar iddialıydı. The Trooper’da eski İngiliz piyadesi kılığında karşımızdaydı, Phantom of the Opera’da kendisini vampir olarak gördük. Amerikan yerlilerinin hikayesinin anlatıldığı parçaları Run to the Hills sırasındaysa rol sırası yine mascot Eddie’deydi, dönemin İngiliz subayı kılığında sahneyi bastı ve kanlı kılıcıyla gitarist Janick Gers’i kovaladı. Grubun performansı konusunda söylenebilecek belki tek negatif şey Bruce Dickinson’ın yüksek notalara eskisi kadar cesurca çıkamıyor olması olabilir; yine de bunu diyecek olan olursa biz de ona doğanın kanunu der geçeriz. Siz de öyle yapın. Nankör olmayın
Cesurluktan bahsetmişken, eksikliğinin hissedildiği tek yer yüksek notalardı. Bunun dışında Dickinson’ın dersine çalışmıştı ve sık sık bunu belli edecek göndermelerle seyirciyi iyice ateşliyordu. Direne-direne-Maiden’lamaca keyfi, konserin üçüncü parçası olan The Prisoner‘ın nakaratındaki “I’m not a prisoner / I’m a free man!” kısmının her seferinde özellikle seyircilere söyletilmesiyle başladı. Bu şarkı sırasında baret ve maskelerini takanlar da seyirci cephesinden güzel bir jest yapmış oldular. Sıra beşinci şarkı Afraid to Shoot Strangers’a geldiğinde akıllarda Dickinson’ın 2011 konserleri sırasında Ortadoğu olaylarına dikkat çekme amacıyla yaptığı ve özetinin özeti “Hristiyan, müslüman, yahudi, budist, ateist, hatta jedi fark etmez; hepimiz kardeşiz.” şeklinde olan fetvası vardı. Dickinson, bu şarkıyı yine boş geçmedi ve bu kez de Gezi olayları nedeniyle iptal edilen konserlerin sahibi gruplara “burada yaşananlar yüzünden konserler iptal oluyormuş, ama biz korkmuyoruz” şeklinde taş attıktan sonra “işte biz buradayız, hep beraberiz!” diye de seyircilere seslendi. Konser esnasında Gezi ve direniş ruhunun zirve yaptığı noktaysa tartışmasız şekilde Fear of The Dark’ta oldu. Grubun en bilinen şarkılarından biri olan bu 1992 bestesine Dickinson ufak bir 2013 edit’i atmış ve sözleri “fear of the park” olarak değiştirmişti. Bu hareketin, Gezi direnişine verilebilecek en zarif desteklerden biri olarak anlamını sadece o gece için değil, tüm direniş boyunca koruyacak olduğu şüphe götürmez.
Grup, Fear of the Dark’ın ardından alışılagelmiş bitiriş parçaları Iron Maiden’a geçti; finalde Steve Harris’in bas gitarıyla seyircilere ateş açmasının [bu sefer ortada gerçek ateşli şov yoktu tabii] ve Dickinson’ın “Iron Maiden is gonna get you, you, you, and you, AND YOU!” çığlıklarının ardından ortalık bir anda sessizliğe gömüldü. 14 şarkı çalan Maiden, sahneden inmişti; şimdi şov sırası seyircilerdeydi. Hayatımda gördüğüm en bis çılgını seyirciyi de böylece o gün orada görmüş oldum. Maiden 6’lısı da sahneye tekrar çağrılışlarındaki coşkudan memnun kalmış olacaklar ki 3 şarkılık bis şöleni için geri döndüler. Önce Churchill’in meşhur “we shall fight on the beaches” konuşmasını dinledik, ardından Iron Maiden’ın Aces High eşliğinde bir kez daha sahneye çıkışını izledik. Bu şarkıyı The Evil That Men Do takip etti, onun devamında gelen Running Free sırasında ise Dickinson grup elemanlarını tek tek tanıttı [maksat adet yerini bulsun, yoksa..yani..come ooon!]. Bu son parça da Dickinson’ın “see you next time” dilekleriyle son bulunca kolonlardan konserin bu sefer gerçekten tamamen bitmiş olduğunun ipucunu verme amaçlı Always Look on the Bright Side of Life yükseldi. Staddan ayrılırken seyirci profilinin ağırlığını oluşturan gençlerin de, babalarının kucağında gelmiş ‘taze’ Maiden’cıların da, boyunu geçmiş kızını yanına alıp kendi gençliğinin favori grubunu canlı görmeye getirmiş ‘kurt’ların da mutlulukları, en az stada girerkenki heyecanları kadar canlıydı.
Konsere dair bir diğer ayrıntı olarak, Iron Maiden, metal dünyasındaki konser anısı toplama geleneğine yakışır şekilde, yanında bir dünya merchandise’la gelmişti. İçeride satılan tshirtler, osterler, anahtarlıklar vs yığınlarına stad dışındaki işporta Maiden tshirtleri de katılınca içerisi adeta bir yerlerinde Istanbul yazan siyah Maiden tshirt’ünü zorunlu kılmış bir dress code’a sahip hale geldi. Bunun dışında Vodafone standlarındaki kendi tshirtünü hazırlama aktivitesi de güzel biratıra düşüncesiydi.
Son olarak grubun Maiden England turnesi boyunca takip ettikleri yoldan çıkmayıp ‘best of’ niteliğinde hazırlamış oldukları setlist’lerini paylaşarak bitirelim:
Doctor Doctor [[kayıt]]
—
Moonchild
Can I Play with Madness
The Prisoner
2 Minutes to Midnight
Afraid to Shoot Strangers
The Trooper
The Number of the Beast
Phantom of the Opera
Run to the Hills
Wasted Years
Seventh Son of a Seventh Son
The Clairvoyant
Fear of the Dark
Iron Maiden
—
[Churchill’in konuşması]
Aces High
The Evil That Men Do
Running Free
—
Always Look on the Bright Side of Life [[kayıt]]
TEŞEKKÜRİNG: Doruk Aksoy & Çınar Çabuk