Fotoğraflar: Salon İKSV

The Raveonettes‘i ne zaman dinlemeye başladığımı hatırlamıyorum. Sanırım ROLL dergisinde görüp listeme eklemiş, daha sonra da ilk fırsatta ipod’uma hoşgetirtmiş olmalıyım. İlk dinlediğim albümleri ‘Pretty In Black’ sayesinde grubun tarzı zihnime “Rock’n Roll’dan tek farkı Garage olması” şeklinde kazınmış. Grubun diğer albümleriyle müzikal olarak farklı bir noktada olan ‘Pretty In Black’, döndüre döndüre dinlediğim bir albüm olmuştu. Grup diğer albümlerindeyse garage soslu shoegaze ve surf rock yapmış diyebiliriz. The Raveonettes ile ilgili benim en sevdiğim şey, kirli gitar tonlarının işlettiği temiz gitar melodileri ve o melodilere eşlik eden kadife vokaller. Her şarkısında güzellikler olan bir grup The Raveonettes benim için. Girişi daha da uzatmadan, The Raveonettes algımı ucundan azıcık değiştirmeme sebep olan hadiseye, Danimarkalı ikilinin ikinci İstanbul konserlerine, 31 Ocak’a, İKSV Salon’un önüne ışınlanıyoruz. (Dikkat bol dolaylı tümleçli cümle:)

Salon’un önündeyim, konserin başlamasına 5 dakika kalmış. Bekliyorum. Kraliyet ailesinden Ceylan konsere arabayla teşrif etmeye karar verdiği için Tarlabaşı’ndaki trafikte. Dakik kuzeylilerse 22:30’da sahnedeler, ‘Endless Sleeper’a gürültülü bir başlangıç yapmaktalar. Bir süre dayanıp girmesem de içeri, müzik beni çekiyor, içeri giriyorum. İçeride şimşekler çakıyor, fırtınalar kopuyor, gökler gürlüyor. İlk dumuruma o anda uğruyorum, davullar çok ekolu, gitarlar gürültü içinde kaybolmuş. Sahne ağır sis altında ve ne yazık ki The Raveonettes gitarları da. Shoegaze’e özgü atmosferik gürültü albüm kayıtlarına kıyasla çok yüksekti. Bu, post rock, shoegaze sever bünyelerin hoşuna gitmiştir, Ceylan’dan biliyorum, ancak ben The Raveonettes müziğini özel kılan gitarları samanlıkta iğne arar gibi aradım konser boyunca. 3. şarkıda sahne ve gitarlar üzerindeki sis biraz azalsa da dinmedi. Ortamdaki sis miktarını şöyle anlatayım: Ceylan 5. şarkıda bana, “Bateristi gördüm.” dedi.

995079_1004315896249751_8989671050748461955_n

Belki grubu ilk defa bu konserde dinliyor olsaydım, atmosferik gürültü ve ekolu davullar içinde çırpınan gitarlar grubu diğerlerinden farklı bir noktaya koymama sebep olabilirdi ancak olmadı heyhat, ben konser boyunca gürültü içinde boğulan cazgır gitarların yasını tuttum. Yine de ‘Sune Rose Wagner’ ve ‘Sharin Foo’nun kadife vokallerindeki uyum sahnedekinin The Raveonettes olduğunu kanıtlar nitelikteydi. ‘Chain Gang of Love’ ve ‘Love in a Trashcan’ gürültüde boğulamayacak kadar iyi şarkılardı ve konserin doruk noktalarıydı bise kadar. Grup bis için sahneye 2 kişi döndü, sanırım, çok emin değilim, çünkü sis 🙂 Ancak emin olduğum şey şu, bise sakladıkları 3 şarkıda davul mevcut değildi. Sune Rose’un sesi ve Sharin Foo‘nun gitarıyla doldu kulaklarımız ve tahmin edebileceğiniz gibi bu sayede ben de konserden mutlu ayrıldım. Sune Rose bis boyunca mikrofona oldukça ilgi gösterdi ve Recharge&Revolt’un sözlerini aynı şarkının klibinde olduğu gibi hareketleriyle canlandırdı. Sharin Foo’nun da gitarı bırakıp kendisine katıldığı anlar konserin bir tatlı huzur verdiği dakikalardı.

The Raveonettes, 31 Ocak’da, İKSV Salon’da, İstanbul’da verdikleri 2. konserde zengin müziklerine şahit etti bizi. (Dikkat: Bol dolaylı tümleçli bir başka cümle) Tarantino filmlerinden fırlama bu grup içimde ukteler bırakan bir performansla ayrıldı İstanbul’dan. Tamam bu seferki böyle oldu ama bana bir unplugged konser borçlandılar. Bir sonraki ziyaretlerinde bu borçlarını faiziyle ödemelerini umuyor, hepinize iyi hayatlar diliyorum.

– Yok Ceylan’ım, bateristi 5. şarkıda görebilmeni, boyunun kısalığını değil ortamdaki sisi vurgulamak için yazdım.