U2 bildiğiniz gibi ülkemiz için oldukça önemli bir konu. 1960 yılında, soğuk savaşın en sert geçtiği günlerde, SSCB’nin buz gibi nefesini Türkiye ensesinde hissetmişti. Daha sonra neyse ki, kahraman hükümetimizin NATO’nun yanında yer alması dolayısıyla dertlerden kurtulmuş, asfalt yollarla örmüştük ana yurdu dört baştan.

U2 konusunun dünya açısından önemine geçecek olursak, bu olaydan tam 16 yıl sonra, Dublin, İrlanda’da, ileride dünyanın en iyi hitlerine sahip, en büyük gruplarından olacak olan aynı isimli grup, temellerini attı. Bono, The Edge, Adam Clayton ve Larry Mullen Jr.’dan oluşan bir grup liseli, Bono’nun yürekleri yakan sesi ve tek kelimeyle müthiş bir nickname’e sahip The Edge’in sert; hüzünlü gitarı sayesinde, en iyi olma yolunda emin adımlarla ilerlediler.

Merak ediyorum, sizler de Bono’ya, saç şekline, giyim tarzına ve nevi şahsına münasır o gözlüklerine kıl oluyor musunuz? Ya da oluyor muydunuz demeliydim, çünkü bu bir yanılsama arkadaşlar. Nasıl çok büyük reklam kampanyaları ile boktan şeyleri seviyorsak, medya Bono abimizi bence yanlış bir reklam kampanyasıyla tanıtıyor bizlere. Artık, Bono’ya nedensiz kıl olmayacaksınız, bu yazıyı okuyun, 37 yıllık bu grubun neler yaptıklarını görün, sonra siz karar verirsiniz, artık torun mu gezdirmeliler yoksa müziğe devam mı etmeliler…

515DXgUVcLL

Boy (1980)

“Into the heart of a child, I stay awhile; but I can’t go there…”

Şimdi dürüst olmak gerekirsek, bu albüm hakkında söyleyebileceğim en iyi şey, kapağının mükemmel olduğudur. Günümüzde bu yaşta olsa kolaylıkla Benetton reklamlarında oynayabilecek güzellikte olan, derin derin bakan çocuk, kapağımızı süslüyor.

Şarkılara geçecek olursak, ilk olarak bir bilgi daha vermem gerekiyor. Joy Division’un prodüktörlüğünü yapan Martin Hannett, bu albüme destek verecekti. Ancak Ian Curtis’in zamansız ölümü nedeniyle bu gerçekleşemedi.

Bir grup dinleyici kitlesi, (U2’nun ilk albümlerini bile bilebilecek kadar sapık olanlardan bahsediyorum), albümün oldukça başarılı, kaliteli post-punk melodisine sahip olduğunu iddia edip, hakkını verse de, büyük bir grup dinleyici kitlesi ise albümün silik olduğunu düşünüyor. Maalesef ben de 2. Gruptayım. Kısaca şarkıları özet geçecek olursak, I Will Follow, The Ocean, A Day Without Me albümün öne çıkan şarkıları. Ancak en güzeli, basit ve vurucu sözleri, bayılacağınız melodisiyle Into The Heart. Dinleyiniz efenim, herkes bilmez bu şarkıyı:

501867a3a9f8901160c6dc61c30c947c

War (1983)

“There’s many lost, but tell me who has won; the trench is dug within our hearts, and mothers; children; brothers; sisters torn apart…”

Şimdi bazı U2 sapığı arkadaşlarımızın, “ 1928 çıkışlı albümleri October nerede lan” dediklerini duyar gibi oluyorum. Arkadaşlar siz de bana biraz kredimi verin. Adamların 87 tane albümü var ya. Bazılarını elemek zorundayım, yapacak bir şey yok.

Albüme gelelim lütfen. Albüm mükemmel. Özellikle kapağı nefis. İlk albümleri Boy’dan hatırlyacağınız o güzel, temiz bir ruha sahip olan saf çocuk gitmiş, albümün ismi dolayısıyla savaşı görmüş, ruhu kararmış, nefret dolmuş bir çocuk gelmiş. İki albüm arasındaki fevkalade bağlantı, albüm isimlerinin uyumu ile de birleşince, bize Bono’nun elini sıkmaktan başka bir çare bırakmıyor.

Hepimizin burada olma sebebine, müziğe gelelim. İlk albümde pek bir performans gösteremeyen, ikinci de iyice ağzımızın tadını kaçıran U2, Ali Ağaoğlu’nun bile ilk dinlediği anda İŞTE BU! diyeceği bir albüme imza atmış. Oldukça melodik, sevgili yazar arkadaşımız Ezgi Melis Koçer’in catchy diye tarif etmekten çekinmeyeceği parçalar, hem albümü, hem gözleri dolduruyor.

Hemen en iyilere geçelim, çünkü günümüzde vasat kimsenin umrunda değil biliyorum, özellikle bu vasat 1983’de yapıldıysa. “Savaşma Seviş” diyenlere büyük bir kapak niteliğinde olan, “Hem savaşırım, hem de sabahlara kadar sevişirim” cümlesiyle özetlenelecek New Year’s Day, albümün ikinci en iyi parçası. Yalamadan yutun.

Ve hazırsanız, sadece 80’lerin değil, sadece U2’nun değil, sadece İngiliz yöresinin değil; tüm zamanların en büyük hitlerinden biri olan, albümün tartışmasız en iyi şarkısı, Sunday Bloody Sunday ile sizi uğurluyorum. Bu kadar neşeli göründüğüme bakmayın, şarkı; Kanlı Pazar’ı, İrlanda’da yapılan katliamı anlatıyor. Sonra ne oldum demeyin.

joshuatree

The Joshua Tree (1987)

“I have kissed, honey lips, felt the healing in her fingertips; it burned like fire, this burning desire…”

Ve beklenen yere geldik. Şu anda zirvedeyiz. Çok büyük bir dinleyici kitlesine göre ve bana göre de, U2’nun en iyi albümü ile karşı karşıyayız. Ne yazık ki bu sefer albüm kapağı hakkında söylenecek pek bir şey yok, çevreye bakan grup elemanları bizi pek etkilemiyor artık.

Müthiş başlayan albüm, üzerinize adeta makineli bir tüfek gibi şarkıları tek tek üzerinize sıkar. Hatta ünlü film Scarface’de olduğu gibi, ölmenize rağmen bırakmaz, sıkmaya devam eder, cansız bedeniniz çırpınır.

Bono’nun her şeyden kaçmak istemesini anlatan, sizi de yollara iten Where The Streets Have No Name ile başlayan albüm, yazımıza da ismini veren ve bana göre, U2’nun en iyi şarkısı olan I Still Haven’t Found What I’m Looking For ile devam eder. Bir çok başka arkadaşa göre de en iyi şarkıları olan With Or Without You da sıraya geçince, artık albümü bir kenara bırakabilirsiniz. Zira hayatınızı karartan, bunu yaparken ufkunuzu açan, ilham veren bu üç şarkı, sizleri titretip kendinize getirecektir.

Bunlar dışında, dertten tasadan çıkartıp beylik tabancasını havaya ateş eden Bono’yu anlatan  Bullet To The Blue Sky ile birlikte, In God’s Country ve Mothers Of The Disappeared, albümün öne çıkan şarkıları.

Hayatınızı değiştirecek albümlerden biri bu. Bu grup boşu boşuna bu kadar ünlü olmadı, gerçekten bazı işleri başarılı yaptıkları; iyi yaptıkları için ünlü oldular. Bu da bana kalırsa en iyi işleri.

U2-Achtung-Baby-590x590 

Achtung Baby (1991)

“Did I disappoint you? Or leave a bad taste in your mouth?”

Arada olan 1998 çıkışlı, özellikle canlı kayıtlardan oluşan, aslında oldukça başarılı olan ancak burada incelemeye gerek görmediğim Rattle and Hume adlı albümü saymazsak, ard arda en iyi iki albümünü çıkartmış bir gruba bakıyorsunuz şu an. Önce The Joshua Tree, sonra Achtung Baby. Bana göre en iyisinin The Joshua Tree olduğunu söylemiştim, ancak gözden kaçıramayacağınız kadar büyük bir kitle de bu albümün en iyi U2 albümü olduğunu düşünür. İsterseniz hep birlikte bunun nedenine bakalım:

Acaba insanların bu albümün en iyisini olduğunu düşünmelerinin sebebi, One adındaki, dünyadaki en ünlü U2 şarkısı olabilir mi? Dünyadaki en büyük hitlerden biri. Eğer kıyamet günü geldiğinde, başka bir gezegene göçecek kadar teknoloji üretmiş olursak insanlık olarak, dünyadan götüreceğimiz kültür-sanat eserlerinden biri kesinlike bu şarkı olacaktır. Kimse bunu inkar edemez, U2’yu hiç sevmeyenler bile. Bu şarkı, dünya mirasına bırakılmış bir güzelliktir. Tadını çıkartın.

Ya da bu albümün en iyilerden biri olma sebebi, tüm zamanların en güzel aşk şarkılarından Love Is Blindness’a sahip olması olabilir. Kim bilir? Gerçi ne yalan söyleyeyim, Jack White cover’ı daha iyi bu şarkının orijinalinden, ama yoktan bu şarkıyı yaratmak, saf bir yetenek gerektirir. Bu grubun elemanlarınında da o yetenek fazlasıyla var.

Who’s Gonna Ride Your Wild Horses, Ultraviolet ve The Fly albümün öne çıkan diğer şarkıları. Lütfen kararı siz verin, haklı mıyım haksız mı, The Joshua Tree mi daha iyi, yoksa bu albüm mü?

517HFAYJF1L

How To Dismantle an Atomic Bomb (2004)

“Freedom has a scent, like the top of a new born baby’s head…”

“Dayı sen ne yaptın yaa, 1991’den 2004’e atladın, aradaki onca albümü ne yaptın???” dediğinizi duyar gibiyim. Ya da duymuyorum çünkü bana dayı diye hitap edeceğinizi sanmıyorum, zira gece 2 de alkol almak için gittiğiniz 53 yaşındaki tekel bayiisi sahibi değilim.  Size cevabım ise şu olurdu: Ne yapayım abi??? Arada çıkan albümlerde birkaç şarkı dışında parıldıyan bir şey yok, o yüzden sizlere The Joshua Tree sırasında zirvedeyiz demiştim. Achtung Baby ile azıcık aşağı inen çıta, diğer çıkan 4 albümle yerlerde sürünmeye başlamıştı. Ama bu albümle, yine bir kıpırdanmalar, belki bir eskiye dönüş hissedebilirsiniz, eski ruhun tadını alabilirsiniz.

Bu albümün adı sürekli albümün çıkış şarkısı Vertigo ile karıştırılıyor. Albümden önce piyasaya single olarak sürülen parça, oldukça çok sevildi. Bana soracak olursanız en iyi işlerinden biri değil ama, dediğim gibi eski tadı hissedebileceğiniz bir çalışma olmuş.

Bunun dışında Miracle Drug, bana kalırsa albümün en iyi şarkısı. Gerek melodisi, gerek sözleri. Dinlendirici, huzur verici bir şarkı. Bono’nun ölen babasına yazdığı şarkı olan Sometimes You Can’t Make It On Your Own ise, hikayesinden anlayabileceğiniz şekilde, kolaylıkla sizi dağıtabilecek  bir şarkı olmuş. Cith Of Blinding Lights’a da bir göz atın, o da en iyilerinden.

Bu albüme şans verin, zira güzel bir işle karşı karşıyayız.

6a00d8341d38a453ef0120a5f91334970c-800wi

No Line On The Horizon (2009)

“I know a girl with a hole in her heart, she said infinity is a great place to start…”

Hala Counter-Strike oynuyor tadında, bu yaşa gelmesine rağmen nickname ile dolaşan The Edge, bu albüm hakkında “Şimdiye kadar hiç yapmadığımız bir şey çıktı ortaya. Hatta şu anda buna benzer bir şey yok.” diyerek beklentileri yükseltmişti. Bakalım beklentileri karşılayabilmiş mi?

İlk olarak dikkatimizi çeken şarkı, albümle aynı isimde olduğundan torpilli bir şekilde birinci sırada olan No Line On The Horizon. Şu ana kadar hiç duymadığımız bir şey değil, ancak güzel bir şarkı.

Albümümüzün ikinci şarkısı, ismiyle en uyumlu olan şarkılar listesinde ilk 5’e oynar. Şarkının ismi Magnificent ve şarkı gerçekten muhteşem.  Dinlerken, özellikle başındaki o melodiyi duyduğunuzda, yüzünüzde bir gülümseme belirecek, o eski ruhu hissedeceksiniz eminim.

Moment Of Surrender ve White as Snow yine ilk dinleyişte dikkatinizi çekebilecek vasatın üzerinde, güzel parçalar. Unknown Caller, albümün en iyi şarkıları arasında.

Sonuç olarak, The Edge haklıymış. Bana kalırsa The Joshua Tree ve Acthung Baby’den sonra en iyi 3. Albümleri bu. Keyfini çıkartın.

Bitirirken

Hatırlarsanız, yazımın başında 37 yıllık bu grubun elemanlarının, artık müziği bırakıp torun mu bakmalı, yoksa konserlerde yardırmaya devam mı etmeli diye bir soru sormuştum ve şimdi kendim cevaplıyorum: Eğer Achtung Baby’den sonra yaşadıkları düşüşe devam etselerdi, ben torun bakmalarını önerirdim. Ancak 2009’da çıkarttıkları No Line On The Horizon, bu fikrimi değiştirdi. Hala bir şeyler yapabilecek kapasiteye sahip bu grup.

Biliyorum, grup hakkında bir çok şeyi atladım. Dünya barışına olan katkıları, grubun lideri Bono’nun neredeyse bütün ülke başkanlarını ziyaret edip sağduyu çağrısında bulunması (bkz. Bono kahkahayı bastı), üzerine yapılan filmleri (bkz. Killing Bono)… Hatta stüdyo albümleri dışında olan bir sürü toplama albümünü, soundtrack albümlerini bile atladım. Ama bana hak vermelisiniz, bu haliyle bile yazı gereğinden fazla uzun. Şimdi, Million Dolar Hotel adındaki filmin, soundtracklerinden biri ile bitirmek istiyorum. Daha önce dediğim gibi I Still Haven’t Found What I’m Looking For, grubun yaptığı favori şarkım. Bu da ikinci, The Ground Beneath Her Feet. Son sözüm ise, Bono’ya gereksiz yere gıcık olmayı bırakın ve bu gruba, dünyanın en büyük gruplarından olan U2’ya, hak ettikleri değeri verin.