Albüm Puanı: 10/10
Yayınlanma Tarihi: 31 Ekim 2014
Label: Warner Bros. Records
Öne Çıkan Şarkılar:
1) The Box
2) It Takes a Lot To Know a Man
3) My Favourite Faded Fantasy
“Don’t give me something to hold in my hand
Something else to believe in
Cause I’m over it
And your reason for wanting to stay
Your reason for wanting to change
My reason for everything I’ve done to you…”
Söze “The Box” ile başladım çünkü kutular en az acı kadar aşina olduğumuz bir konu. Devasa kutulara benzeyen evlerde ve odalarda yaşıyoruz, önemli ve önemsiz şeyleri kutularda biriktiriyor, ihtiyacımız olmayanları bir başka kutuya atıyoruz. Gözümüzü açtığımız andan kapatana kadar kutularla uğraşıyoruz ve hikayenin sonu yine bir kutuda bitiyor. Dünyanın en güzel acı çeken müzisyenlerinden Damien Rice, 8 yıl aradan sonra 31 Ekim‘de içi hüzün, aşk ve acı dolu bir kutuyla geri döndü. Albüme geçmeden önce şunu belirtmekte fayda var; sessiz geçen 8 yılın her biri için bir şarkı taşıyan “My Favourite Faded Fantasy” Rice’ın üstadı olduğu ruh dağlama sanatının doruğa ulaştığı bir albüm olmuş.
Müzikal partneri ve sevgilisi Lisa Hannigan ile birlikteliği sonlandıktan sonra “Tüm müzikal başarımdan, tüm şarkılarımdan ve edindiğim tüm deneyimlerden Lisa’nın hala hayatımda olması için vazgeçebilirdim.” diyen Rice, şimdilerde “Çok daha hafif hissediyorum ve aynı şeyleri yazmıyorum. Şarkılar bir kurbanın bulunduğu bir yerden gelmiyor artık.” diyerek yeni LP’yi ve kendisindeki değişimi ifade etmekte. Bu ayrılık ertesinde olabilecek en izole yer İzlanda’ya yerleşen, Amerika turnesi ve İrlanda’da verdiği birkaç konser dışında gözlerden uzak olan Rice sessizliğini olabilecek en güzel biçimde sonlandırdı. Her şeye rağmen Damien Rice denildiğinde akla gelen ilk isim hala Lisa ve en çok bu nedenle satır aralarında onu arayacak olan dinleyicileri olacak. Çünkü çoğu insan doğası gereği canı yandığında “Bu neden benim başıma geldi?” sorusuna sığınarak sorumlu birilerini arar ancak mutlu olduğumuzda çok azımız “Bu nasıl benim başıma geldi?” diyebilmekte. Mutluluğu sorgulamadan sadece yaşarken acıya gelince binlerce soru sorulabiliyor, birçok sorumlu bulunabiliyor. Aslında satır aralarında Lisa Hannigan’ı ararken bir yandan da kendi geçmişimize yolculuk yapıyoruz.
Debut albümü “O” 2002’de yayımlandığında “Volcano”, “The Blower’s Daughter”, “Cold Water”, “Cheers Darlin” gibi şarkılarıyla Rice; hatalarını, yanlış anlaşılmaları, ayrılığı ve aşkı ya da kısaca iç dünyasını hiç saklama gereği duymadan müziğine taşıdığını gösterdi. İrlandalı aksanı, gitarı ve en saf en ham haliyle duygularını anlatan vokaliyle hiçbir şeyi saklayamadığımız ve saklanamayacağımız bir yere çağırdığı “O” ertesinde “9 Crimes”, “Rootless Tree”, “Elephant” gibi şarkılarla yoluna devam eden ikinci LP’i “9 (2006)” ile dinleyicilerinin üzerine camdan bir küre bırakarak görkemli tuzağının içine, dünyasına çekiverdi.
8 yıl sonra hikayenin 3. bölümü “My Favourite Faded Fantasy”e geldiğimizde geçmişten kalan yaralarını bir şekilde sarmaya çalışan bir müzisyenle karşılaşıyoruz. Yaşadığı her şeyi tüm çıplaklığıyla sunan Rice geçtiğimiz 8 yılda samimiyeti, gerçekliği ve cesaretinden hiçbir şey kaybetmeden şarkılarını söylemeye devam ediyor. 50 dakikalık albümün açılış şarkısı ve albüme adını veren “My Favourite Faded Fantasy”de sakin bir gitar ve falsetto vokaliyle “You could be my favourite taste. To touch my tongue. I know someone who could serve me love. But it wouldn’t fill me up” diyerek itiraflarına başlasa da şarkının atmosferini yükselterek kendisine en acımasız davrananın yine o olabileceğini gösteriyor. Alışkın olduğumuz folk tınılarıyla başlayan şarkı klavye, yaylılar, davul ve basgitarın sözleri yükselerek sardığı orkestral bir fırtınaya bürünüyor ve müzisyenin haykıran vokaliyle seslendirdiği “I’ve never loved loved loved like you. I’ve never loved.” dizeleriyle bitiyor. Artık 40 yaşında olan müzisyen bugüne kadar anlattığı aşkını sorgularken bir yandan da en güzel hikayesinin silikleştiğini ve sonu kabullendiğini gösteriyor. İkinci şarkı “It Takes A Lot To Know A Man” daha klasik bir yapıya sahip. Piyano ile açılan şarkı Rice’ın kendinden emin ve sorgulayan tavrıyla “It takes a lot to know a man. It takes a lot to understand.” dizelerini seslendirmesiyle devam ediyor. Geri planda devam eden yaylılar, davul ve piyano üzerinde seyreden vokaliyle olabilecek en zor soruları soran Rice şarkı sözü yazarlığının müziğindeki güçlü yanlardan biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Albümün güçlü şarkılarından biri olan “It Takes A Lot To Know A Man” yaşananları kavrama çabasının iki tarafına da uzanmakta. Sayıklar gibi seslendirdiği son dizeler “What is it you notice when you can’t laugh?” ve “Know you can, have to know…” müziğin içinde yankıyla dağıldığında şarkının kırılma noktası ve kabullenişin sakinliğinin ilk defa sözlerin içinden geçmediğini görüyoruz. Söylenecek sözler bittiğinde arka planda hafif bir gök gürültüsü ile yağan yağmura piyano ve yaylılar eşlik ederken Rice’ın can yakan, romantik piyano balatlarından birine daha kapılıyoruz. Albümün 3. Şarkısı “The Greatest Bastard” ile şeffaflığın doruklarına ulaşan Rice, gitar ve vokaliyle sakinliği devam ettirerek usulca itraflarını sunuyor. 5 dakika boyunca hikayenin güzel ve can yakan yanlarını anlatan Rice gördüğümüz en aşık müzisyenlerden biri olduğunu bir defa daha gözler önüne seriyor.
Albümün ortasına geldiğimizde “I Don’t Want To Change You” ile kapıyı açan müzisyen “Wherever you are, you know that I adore you” dizeleriyle bazen ne kadar uğraşsan da hissettiklerini bir kenara koyamadığını gösterirken; “But if love is not for fun, then it’s doomed” diyerek de artık yapılabilecek hiçbir şey olmadığını kabulleniyor. Beşinci şarkı “Colour Me In” daha iyimser bir çizgide gibi görünse de muhtemelen asla cevaplanmayacak bir dileği anlatıyor. Ve bir sonraki durağa geçip sözün başında da belirttiğimiz, albümün en muhteşem şarkılarından biri olan “The Box” a varıyoruz. Şarkı Rice’ın vokaliyle açılıyor. “Don’t give me something to hold in my hand. Something else to believe in. Cause I’m over it” diyerek yıllardır tutunduğu duygulara biraz daha dışarıdan bakıyor ve “I have tried but I don’t fit into this box I’m living with.” dizeleriyle veda edilenin dinleyip dinlemediğini umursamadan en hüzünlü vedalardan birini gerçekleştiriyor. “Have tried but I don’t fit into this box you call a gift.” dizesiyle bir zamanlar bir hediye olarak kabul edilen ve artık yalnız kaldığı aşkını terk etmesi gerektiğinin farkına varıyor. Yine akustik gitarla ilerleyen “The Box” yaylıların yükselmesiyle orkestral bir havaya bürünerek ve hem müzikal anlamda hem de sözleriyle albümün güçlü şarkılarından biri oluyor. Albümün sondan bir önceki ve umutlu şarkısı “Trusty and True” ile hem folkun tatlı akustik yanına kapılıyor hem de sevilme ve sevme ihtiyacını hatırlıyoruz. “Cause we can’t take back what is done, what is past. So let us start from here” diyerek yaşananları düzeltemeyeceğini kabullenen müzisyen yeni başlangıçların kapısını aralıyor. Sekizinci ve albümün kapanış şarkısı uzun süreli sessizliği özetlemeye çalışsa da bu özetin yetmeyeceğini anlatan “Long Long Way” oluyor. Piyano, çello, keman, french horn, glockenspiel gibi birbirinden farklı enstrümanların bir araya geldiği ışıltılı bir sound ile albümü kapatan şarkı “Cause love is tough. When enough is not enough. Not enough.” dizeleriyle söylenecek hiçbir şeyin hikayenin tamamını anlatmaya yetmeyeceğini göstermekte.
Geçtiğimiz 8 yılın ne kadarını anlatabildi bilemesek de Damien Rice şüphesiz ki sonbahara ve ayrılığa en çok yakışan seslerden biri olarak yıllarca dinleyebileceğimiz güzellikte bir albüm yarattı. Dilerim bir daha bu kadar uzun süren bir sessizliğe bürünmez.