Güzel olduğu kadar küstah, küstah olduğu kadar da başarılı olan iş arkadaşım Hazal Yıldız ile dönüşümlü yazdığım ‘Arşivlik Albümler’ serisine devam ediyoruz sayın okuyucular. Bugün, efsanevi post punk – alternatif rock grubumuz The Cure’un sekizinci stüdyo albümü, Disintegration’u işleyeceğim.

South Park izleyen arkadaşlar bilir, henüz ilk sezonunun 12. Bölümünde, ana karakterlerimizden Kyle, “Disintegration is the best album ever” der. Ve bunu destekleyen bir dolu müziksever vardır dünyada şu anda. Tüm zamanların en iyi albümlerinden midir bilinmez, ancak tüm zamanların en depresif albümlerinden olduğu kesindir.

Bu soğukta ısıtan, sıcakta serinleten albümün bütün şarkıları birbirinden güzeldir. Mp3 playerınızda denk geldiğinde, hiçbir şarkıyı atlamadan tüm albümü dinleyeceğiniz kesindir. Ancak yine de ben, yazının sağlığından dolayı hepsini yazmayacağım, en güzellerini; güzelin güzellerini yazacağım, buyrunuz:

Pictures Of You

“I’ve been looking so long at these pictures of you, that I almost believe that they’re real…”

Şu üstte yazdığım sözlerle başlayan şarkımız hakkında fazla bir şey söylemek anlamsız zaten. Albümün 2. şarkısı olan bu müthiş eser, artık araya mesafeler mi girmiş, severek mi ayrılınmış bilinmez, en güzel ayrılık şarkılarındandır. Vokalimiz Robert Smith’in içli sesi ve hafif gitar melodisiyle süslenmiş bu nadide kayıt, sevgilinize göndereceğiniz, sevgilinizle birlikte çekildiğiniz fotoğraflarınızı Powerpoint sunumu olarak yaptığınız dosyanın arkasına koyup çaldırmaya oldukça uygundur.

Lovesong

“Whenever I’m alone with you, you make me feel like I’m young again…”

Üste yazdığım, şarkıdan bir parçanın olduğu satırı görüyorsunuz. Hayatımda ilk defa bu kadar zorlandım şarkının içinden bir parça söz öbeği seçerken. Çünkü bu şarkının her dizesi ince ince işlenmiş, her dizesi bir sevgiliye söylenecek en güzel sözlerden oluşuyor. Müthiş melodisiyle birlikte, dünyanın en romantik şarkılarından biri olduğunu su götürmez bir şekilde kanıtlıyor.

Lullaby

“Be still, be calm, be quiet now my precious boy, don’t struggle like that, or I will only love you more…”

Biliyorsunuz The Cure büyük bir gruptur, seveni çoktur, gotik rock denilen nanenin yaratıcılarıdır. Bu kolay bir şey değil, sonuçta koskoca bir tür yaratıyorsunuz müzikte (tür yerine genre yazıp şeklim olsun diyebilirdim, ancak demiyorum, neden demiyorum? çünkü güzel Türkçe’mizi seviyorum). Neyse bu büyük grubumuzun, bana kalırsa en iyi şarkısı hiç şüphesiz budur. Lullaby, İngilizce’de ninni demektir. Gerçekten, uyumadan önce yatakta kısık sesle dinlediğiniz zaman, sizlere derin bir uykuyu garanti eder, ancak içinde kabuslar olmayacağını garanti edemez. Bu mükemmel kayıt, vokalin inip çıkan sesleri, melodinin sinir bozucu tekdüzeliği ile birleşince, dinledikten sonra gerçekliğe bir süre geri dönememenize sebep olabilir. Dikkatle tüketiniz:

Disintegration

“Songs about happiness murmered in dreams, when we both of us knew, how the end always is…”

Albüme ismini veren bu şarkımız, vokalimiz Robert Smith’in konserlerde çalmayı-söylemeyi en çok sevdiği şarkı olma özelliğine sahipmiş. Sert gitar riff’lerine sahip şarkımız, akıl dolu, acıklı sözleri ile birlikte, 8 dakikalık bir sanat eseri olarak, bu mükemmel albüme ismini de vermesiyle, sevdiğimiz kayıtlardan olmayı kolaylıkla hak ediyor.

Bitirirken

Bir röportajda, vokalimiz Robert Smith’e bu albüm ve içindeki şarkılar hakkında soru sorulduğunda, “Üzgünüm, şarkılar onlar hakkında konuşamayacağım kadar kişisel” yanıtını vermiştir. Oldukça güzel bir yanıttır, zira bu albüm, her dinleyen için kişiseldir. Kolay kolay paylaşılamaz, herkes tarafından ortak olarak bilinen sırlardandır bu albüm, ben bu sırrı sizlerle paylaştım, aynı Fight Club’ın ilk kuralını çiğnemiş gibi hissediyorum, ancak SİZ BUNA DEĞERSİNİZ ARKADAŞLAR.