80’lerin başında, İngiltere’de müziğin patlama yaptığı, ardı ardına grupların çıktığı, hitlerin havada uçuştuğu bir dönem başlamıştı. Indie pop’un hakim olduğu bu döneme günümüzde de hala daha severek dinlediğimiz birçok grup öncülük etmişti. Ama dönemin bayrağını; neşeli melodilerin üstüne yazılmış hüzünlü sözleri ile insanın içine işleyen şarkıların sahibi The Smiths taşımıştır. Vokalde Morrissey, gitarda Johnny Marr, basda Andy Rourke ve davulda Mike Joyce’dan oluşan topluluğu daha yakından tanımak isterseniz Oğuz arkadaşımın Smiths’i çok güzel bir dille anlattığı yazısına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Smiths’i sevmemizin en güzel nedenlerinden biri, müziği keyifle dinlerken sözlerle hüzünleniyor olmamız. En zararsız mazoşist hareket bence.
1984’ de kendi isimlerini taşıyan ilk albümleri ile İngiltere listelerinde 2. sıraya yerleşen ilk albümlerini çıkartırlar. Hemen arkasından gelen ikinci albüm Meat is Murder ilkine göre daha politik bir duruş sergiler. Smiths 1986’da müzik tarihinin en sağlam albümlerinden biri olan The Queen is Dead’i yayınlar. NME’in “Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü” listesinde birinici sırada yer alan bu albümü, İngiltere’den çıkmış en iyi işlerden biri olduğunu söylemek yalnış olmaz.
Yalnızlık, aşk acıları, gelecek kaygısı gibi konulara değinen albüm The Queen is Dead parçası ile açılır. Kalbimize hançer gibi saplanan sözlerden biri olan “Life is very long, when you’re lonely” ile biten şarkı sırayı ‘Frankly, Mr. Shankly’ ye bırakır. Rough Trade’in kurucusu Geoff Travis’in şarkıda bahsi geçen Mr. Shankly olduğu söylenmektedir. Albümde ki favori şarkılarımdan biri olan ‘I Know It’s Over’da sözleriyle ve sakin melodisiyle yalnızlığın müziğe dönüşmüş hali. Morrissey’in eşsiz vokali ile “Why do you sleep alone tonight ? “ diyerek I Know It’s Over’ın devamı olduğunu düşündüğüm ‘Never Had No One Ever’a sıra gelir. Kısa ama derin sözlere sahip bu şarkının sonuna doğru ağlayan Morrissey’e eşlik ederek albümün alaycı ve komik şarkısı ‘Cemetry Gates’e geçiş yapıyoruz. İnsanı garip bir şekilde mutlu eden Johnny Marr gitarı ile başlayan şarkı Morrissey’in yazar ve şairlerden alıntılar yapması ile devam ediyor. Sözleriyle albümün en güzel şarkılarından biri olan ‘Bigmouth Strikes Again‘, Moz’un bizi yerden yere vuran sözlerinin Marr’ın gitarı ile buluşması sonucunda dahada etkileyici hale geliyor. Sırada söylemesini en çok sevdiğim ‘The Boy With Thorn In His Side‘ var. Sonunda “When you want to live? how do you start? Where do you go? Who do you need to know?” diyerek gelecek kaygıları ile biten şarkıyı takiben, albümün eğlenceli ritimlere sahip hızlı şarkısı ‘Vicar In a Tutu geliyor‘. Sonra albümün hatta tüm zamanların en vurucu, en güzel şarkılarından biri olan ‘There Is A Light That Never Goes Out‘ ile bitime yaklaşıyoruz. İnsanın içini burkan ama bir yandan da umutlandıran nitelikteki sözleri ve melodisi ile gerçek bir yol şarkısı. Belki “Take me out tonight” veya “to die by your side is such a heavenly way to die “ diyebilecek biri olmayabilir ama buna rağmen “There is a light and it never goes out” diyerek yola devam edebiliriz. Kapanışı albümün en güzel melodilerine sahip en büyük şarkısı ‘Some Girls Are Bigger Than Others‘ yapıyor. Morrissey’e şarkıda bahsettiği büyüklük sorulduğunda; kadınların büyüklük ölçüsünün keşfedilmemiş ve adı konamaz bir şey olduğunu, fiziki büyüklüğün aslında çok saçma bir şey olduğu cevabını vermiştir. Sözler kadar büyük bir cevap. Aslında şarkıda Cleopatra’dan bahsederek anlattığı büyüklüğe dair ufak bir ipucu vermiş oluyor.
Morrisseyin dahiyane sözleri, etkileyici sesi, Johnyy Marr’ın gitardaki marifetleri ve Alain Delon’un Have I Right To Kill? filmininden bir karenin kullanıldığı albüm kapağı ile hüzünü, dinmemiş acılarımızı, anılarımızı, arkada bırakamadıklarımızı ve sonu olmayan özlemlerimizi en yalın ve doğru bir şekilde anlatan efsane bir albüm The Queen Is Dead. Yıllar geçsede üstünden hiçbir zaman dinlenmekten sıkılmayacağımız bir güce sahip. Aslında tek bir cümle bütün bunları anlatmak için yeterli:
“Life is very long when you’re lonely…”