Öncelikle bir Coldplay veya Chris Martin fanı değilim. Ama bu albümü arşivime ekleyecek kadar seviyorum. Neden mi? Çünkü bu kadar yalın, sakin ve samimi şarkıların bir arada bulunduğu, baştan sona her şarkısının güzel olduğu, yıllar sonra dinleseniz dahi yine aynı hisleri verenhatta belki de daha anlamlı hale gelen albümler oldukça ender bulunuyor. Bu kısa anekdottan sonra albümümüzü dinlemeye başlayabiliriz.
MTV’de gece yarısı yayınlanan “Alternative Nation” isimli bir program vardı, izleyenler bilir. Eminim ki hepimiz oradan bir iki grubun ismini defterimizin kenarına yazmışızdır. İşte Coldplay’de o defter kenarına yazılan gruplardan biridir benim için. Sanırım 2001 yılıydı. Tam da fen ödevleri ile uğraşırken bir anda doğanın döngüsünü gösteren bir animasyon ve hemen arkasından gürültüsüz bir şekilde başlayan gitar ve davula sahip “Don’t Panic” ile Coldplay’i tanımış oldum. Soft bir melodi ve vokal ile albümünün açılışını yapan “Don’t Panic” içinde bulunduğun ruh haline göre şekil alan bir parça. Eğer canın sıkkınsa “We live in a beautiful world, yeah we do, yeah we do” kısmında dertlenebilirsin ya da için umutla dolabilir.
Bu güzel sözlere sahip şarkıyı takiben, platonik aşıkların bir numaralı şarkısı “Shiver” sırayı alıyor. Bir Jeff Buckley tadı aldığımız bu parça “And you know how much i need you, but you never even see me” sözleriyle boğazımızı düğümleyerek sırayı albümün kuşku dolu şarkısı “Spies” a bırakıyor. Sözleri kadar melodik açıdan da başarılı bulduğum bu parça “I awake to see that no one is free, We’re all fugitives, Look at the way we live” dizeleriyle şu aralar içinde bulunduğumuz durumu özetler nitelikte.
Dördüncü sırada albümdeki favori parçam “Sparks” var. Pişmanlık ve kaybetme korkusunu her notasında hissettiğimiz, sevgiliye serenat yapılacak kadar değerli bir parça “Sparks”. Ve sıra Coldplay’e birçok ödül toplatan, herhalde tüm zamanların en güzel aşk şarkılarından bir olan “Yellow”a geliyor. “You know I love you so” ve “For you bleed myself dry” dizelerini dinledikçe içimize öyle garip bir heyecan ve sevgi doluyor ki onu düşündükçe kalbimiz ağzımıza gelecek gibi oluyor. “Look at the stars, look how they shine for you, and all the things that you do” dizeleri ile sona yaklaşırken, birbirinden uzakta yaşayan umutlu insanlara aslında ne kadar yakın olduklarını da gösteriyor. Ne de olsa yıldızlar her yerde aynıdır ve hep bizim için parlar.
Tam “Yellow”da her şey güzel gidiyor derken, yanlış yer ve yanlış zamanda tanışanların şarkısı “Trouble” ile bir garip hüzün sarıyor. İnsanın içine işleyen sihirli piyano dokunuşları ve yalın sözleri ile Chris Martin, söyleyemediklerimizi bizim yerimize söylüyor. Ve birini beklemeyi kısa ve öz bir şekilde anlatan “Parachutes”a geliyoruz. Albüme ismini verdiği gibi albümün özeti olan parça olduğunu da söyleyebiliriz. Gerçekleşmeyecek istekleri acı bir şekilde yüzümüze vuran şarkıda sıra; “We never change”. Depresif melodisi “We never change, do we?, We never learn, do we?” gibi çaresizlik ve pişmanlık dolu dizelerle birleşince her şeyi kabul edip oturmak düşüyor bize de. Ama Coldplay inisiyatifli davranıyor ve kapanışı; sözleri ve müziği ile insana huzur ve umut veren “Everyting’s not Lost” ile albüme yakışır bir şekilde yapıyor.
Bu kadar yalın kelimler ve melodilerle ne derece iyi bir iş çıkarılacağının örneğidir Parachutes. Her şarkısında farklı bir duygu olan, birden fazla ödüle sahip bu albümün üzerinden bir 14 sene daha geçse de yine aynı hisleri verecek olduğunu bilmek güzel bir şey. Sırf bu yüzden arşivimizde olmayı hak ediyor.