Albüm Puanı: 8.5/10
Yayınlanma Tarihi: 20.08.2016
Plak Şirketi: Boys Don’t Cry
E
rtelemeler, türlü söylentiler, gizemli Tumblr postları ve dört yılı bulan uzun bir bekleyişin ardından, Frank Ocean‘ın yeni albümü “Blonde”, öncelikle gelen görsel albüm Endless‘ın ardından, nihayet görücüye çıktı ve inceleme masamızın baş köşesine oturdu!
Nostalgia, Ultra ve Channel Orange‘dan sonra kendisini epey özleten Ocean, aslen 2015’in başına çıkacağını söylediği yeni albümünü ertelemişti. Bu ilk olmadı tabii, aynı albüm birden çok kez ertelendi. Kendi klasmanındaki çoğu büyük ismin plak şirketlerinin baskısına dayanamayıp ortalama denebilecek, sorsanız içlerine sinmemiş işler ortaya koyarken, o vaktini dilediği gibi kullandı ve albümü oya gibi işledikçe işledi. Tabii bunun bir diğer güzel tarafı da, yıl boyunca çıkan Life of Pablo, Lemonade, Views ve A Moon Shaped Pool gibi albümlerin yaratacağı dalgalar arasında belki de hak ettiği ilgiyi görmeyecek olan Blonde’un, şu an belki de ışıkların altında tek başına boy gösterebiliyor olması. Adı “Blonde” olsa da, kapakta adı “Blond” olarak yazılan albüm, aslında bu noktada ilginç bir detaya sahip: iki kelime de “sarışın” anlamına gelse de, biri feminen, diğeri maskulen olarak kullanılıyor ve buna paralel olarak albümde aynı anda iki cinsiyet birden işleniyor diyebiliriz.
17 şarkıdan oluşan albüme vokal kanatta pas veren isimler arasında Beyoncé, Katyona Breaux, Kendrick Lamar, Yung Lean, Austin Feinstein, André 3000, Sebastian, James Blake, Kim Burrell, Playboi Carti, KOHH ve Loota yer alırken, prodüksiyon ekibinde de Ocean‘ın yanı sıra Pharrell, Tyler the Creator, Jamie xx, Rostam ve Bob Ludwig gibi ağır toplar var. Albümün ilk single’ı olan synthesizerlarla ve Ocean’ın distorsiyonlu vokalleriyle bezeli, huzursuz tempolu “Nikes” yapıyor açılışı. İlk olarak sanatçının kendi sitesi boysdontcry.co üstünden videosuyla birlikte yayınlanan şarkı, Ocean’ın kaybettiği arkadaşlarını ve polis şiddeti yüzünden hayatını kaybeden Trayvon Martin‘i de andığı bir başlangıç basamağı.
Albümde her bir şarkı farklı kareler sunuyor aslında. Yüzü geçmişe dönük, melodik ve tadımlık miktarda Beyoncé içeren “Pink+White”, Katrina Kasırgası sonrasında evsiz kalan bir adam ve sevgilisini betimleyen “Nights”, vurdumduymazlık, özgürlük ve kötü geçen asit triplerinin özeti “Solo”, 2003’te kaybettiğimiz Elliott Smith‘in “A Fond Farewell” şarkısından satırların olduğu “Siegfried”, blues soslu ve melankolik “Self Control” 60 dakikalık albümde dikkati çeken şarkılardan bazıları.
Şarkıların sizi götürdüğü baş döndürücü, saykodelik ve bir o kadar da karanlık rota, aslında Ocean’ın kimlik ve yönelimlerini keşfindeki son durakları koyuyor ortaya. Çoğu şarkıda minimal gitarlar, aksak ritimler, yer yer tüyleri diken diken eden vokal efektleri ve sade synthesizerlar karşılıyor sizi.
Peki Blonde nasıl bir albüm? An itibariyle Spotify‘da yer almasa da, Apple Music‘te, YouTube‘da ve diğer malum ortamlarda bulunuyor. Bu noktada bile biraz çetrefilli olsa da, aslında Blonde katmanlı, düşünceli, bir o kadar da melodik. Şarkıları dinledikçe kırışıklıkların açıldığını, yeni yeni şeyler anlattıklarını fark ediyorsunuz. Yaratılan dünya “Thinkin Bout You” kadar açık sözlü, ya da “Pyramids” kadar sivri ve şaşırtıcı değil belki, sizden sabır istiyor. Channel Orange‘ı bir kenara bırakıp kulak verdiğinizde, albümü çözümlemek daha mümkün duruyor. Ama Frank Ocean‘ın zoru sevdiğini düşünürsek, kulakları iyi açmak da şart.