20 Eylül 2014 Cumartesi, Küçükçiftlik’de 3 çizgi günüydü. Twitter’da gördüğüm, İstanbul, Woodkid ve performans kelimeleriydi beni hayat akışımın dışına çıkaran ve festival yollarına düşüren. Festivalin tanıtımının sanatçı isimleri üzerinden değil, Adidas All Originals Party ismi üzerinden yapılması biraz şaşırtmıştı beni. Ancak festival alanına girdiğimde bu şaşkınlık yerini saygı ve takdire bıraktı. Bu bir Woodkid ya da Chlöe Howl konseri değildi, bu bir festivaldi çünkü, hatta uzun zamandır tanık olduğum en-fes tivaldi(kaçın kelime oyunu).

Bu sefer kadromuz ben, Ceylan ve duvardaki tüfek misali yazı içinde birçok noktada patlayacak olan Pelin’den oluşmaktaydı. Ceylan’ın, iş hayatından haftasonuna sıçrayan raporlarını temizlemesini bekliyorduk kendimizi Küçükçiftlik’e ışınlamak için. İyice ovalamadan durulamadan bitmeyecek gibi görünen raporlar bittiğinde, Pelin Street Fighter’da Zangief’imize Guile’dan dayak yedirmekle meşguldu. Guile’a 24.roundda görüşürüz deyip, vurduk kendimizi yola.

Küçükçiftlik Park’a geldiğimizde Gaye Su Akyol taze bitmişti, ufak bi’ buruldu içim çünkü merak ediyordum performansını. Ancak festival alanına girdiğimiz anda eser kalmadı burultudan, Gaye Su Akyol’u çabuk unuttum. Uzun süredir yaşamadığım türden bir keşfetme heyecanına özlemle sarıldım o an, kucaklaştık. Her festival başka bir gezegendir benim gözümde, atmosferi, yer şekilleri ve havada uçuşan sesleriyle… Ve Adidas All Originals gezegeni çok yaşanılasıydı o akşam, festivali festival yapan gazlar fazlasıyla mevcuttu atmosferde. Hoşgelmiştik. Biz festival alanını heyecanla turlarken sahneye Chlöe Howl çıktı ve hoşbuluşumuzdan tatlı müziğini eksik etmedi. Kurulmuş tezgahları bir bir gezdik, her tezgahta yaklaşık bir şarkı süresi kadar oyalandık ve ne şarkılar boştu, ne tezgahlar, dolu doluydu her şey, her yer. Plakları inceledik, sanal gerçeklik gözlüğü Oculus’u denedik, takılar makılar, kağıttan figürler derken muhtemelen gecenin en başarısız standı olan çaycı/kahveciden çay ve kahve alıp Chlöe’nin yanına gittik. Ö’sünü yediğimin Chlöe Howl’unu ilk defa dinlemiş insanlar olarak, Pelin Florence, Ceylan XX, ben Ellie Goulding dedik ve kendisini özetledik: Florence sesli, XX çeşnili, Goulding ritimli bir hanım kızımız kendisi. Sesi bazen düşse de, enerjisi hiç düşmedi Chlöe’nin, eğlenceli ve eğlendirici bir performans sergiledi.

Chlöe’nin performansının ardından biz yaşlılar kadrosunda hafif, orta ve şiddetli nezlenin de etkisiyle yorgunluk belirtileri baş göstermeye başladı. İçtiğimiz çirkin çay ve kahvelerin de bir yardımı dokunmayınca, Woodkid’i oturduğumuz yerde beklemeye koyulduk. Gündüz, festivalin seyirci podyumu kısmı bittikten sonra gelmiş olmamız iyi oldu bu açıdan, kendimizi pek bi’ amca, teyze gibi hissettik o an.

Neyse ki çok geçmeden Woodkid imdadımıza yetişti de, müzikli hipnoz yöntemiyle gençliğimize döndük. Woodkid ekibi sahneye çıktığı andan itibaren total bir Woodkid klibi deneyimi yaşayacağımızı anladım. Sade davul ritimlerinden oluşan intro bile Woodkid tınısını sonuna kadar barındırıyordu ve tüylerim hazır ola geçmişti bile bu marş karşısında. Davullar, trampetler, nefesliler, piyano ve sahne arkasındaki ekran ile çok epik bir gece bizi bekliyordu. LED ekranı da enstrümanlar arasında saydım evet çünkü bir enstrümandı, bu siyah beyaz performansı tamamlayan bir atmosfer yarattı ekrandaki görüntüler. Yoann Lemoine, Woodkid müziğine sesiyle teşrif ettiği ilk an, aklımdan geçen cümle: “Ses Antony, görüntü Sagopa Kajmer” oldu. Konser boyunca, gözlerim kapalı müziğe kapıldığım anlarda, gözümü açıp Yoğan Limonu her görüşümde, duyduğum sesin kaynağına şaşırmaktan alamadım kendimi. Ancak öyle bir müzikti ki sahnedeki, en absürd imaj bile böyle bir müziğin önüne geçemezdi. Gözlerin ne gördüğüyle değil, kulakların ne duyduğuyla ilgiliydi o an olan biten her şey. Gerçekten kulaktan hipnoza beni inandırdı Woodkid müziği. Yoann’ın, yumruğu havada, sahnede her koşuşu yeni bir fetihti ve Woodkid marşları bu fetihlere coşkuyla eşlik ediyordu. Süper damar “I Love You”, bu coşkudan sıyrılıp bir süre soluklanmamızı sağladı, ardından gelen “Brooklyn”de tempo biraz daha düştü. Yoann Brooklyn’i anlatırken biz de birazcık kendi aramızda muhabbet ettik. Pelin, “Adam ağzını her açtığında Ceza konuşmaya başlayacak gibi geliyor.” diyerek, sahnedeki adamın rap yapmıyor olduğuna şaşıranlar kervanında yer aldığını belli etti. Ceylan da, Yoann’ın seyircilere arkasını dönüp müzisyen arkadaşlarını izlediği anları, “Ne güzel görünüyorsunuz lan burdan” şeklinde seslendirerek güldürdü. Yoann’ın, “Neye gülüyorsunuz, anlatın da beraber gülelim” edasıyla sahne önüne gelmesi, bir sağa bir sola koşarak seyircilerin coşkusunu arttırmaya çalışması, adamın, yaptığı müziğin etkilerini çok iyi anlamadığını düşündürdü bana. Müziği, tarifi zor bir iç coşkusuyla dinlediğim anlarda Yoann, seyirciden adeta bir club tepkisi bekliyor, dans etmediğimiz için bize kızıyor gibi hissettim. Oysa Woodkid müziği coşkusu, eller havaya coşkusu değil yumruklar havaya coşkusu, yürek coşkusu, diyafram coşkusu gibi bir coşku. Kaldı ki atmosfere binlerce yumruk atıldı o akşam Woodkid konseri boyunca ve binlerce yürek gerçek anlamda hopladı davulların her vuruşunda. Öyle coştu ki içim, canım ciddi anlamda ateş istedi benim konser sırasında, “Ateş!” dedim, “Ya ateş lazım!”. Gerçekten sahnede bir de dekor olarak meşaleler, ateş üfleyen adamlar falan olsaydı bir ömür unutamazdım ben bu konseri. O tarz bir coşkuydu Woodkid’in bünyemdeki etkisi, kinetikten ziyade potansiyel bir enerjiyi tetikliyordu müzik. Pelin’in “İstanbul bi’ susun!” şeklinde anladığı, Yoann’ın “İstanbul see you soon!” vedasının ardından, bise bıraktıkları “Run Boy Run”da ise istediği coşkuyu buldu Yoann. Grup şarkıyı bitirmesine rağmen seyirci bitirmedi, şarkının futbol tezahüratlarını çağrıştıran kısmını dakikalarca söyledi seyirci korosu. Limon da tüm konsere yetecek kadar mest oldu o dakikalarda. Öyle ki konserin bitme anı geldiğinde, grup sahneye önce ses mühendislerini, sonra istemeden de olsa seyircileri davet etti. Sahneyi seyircilerden Felix değil seyirciler devraldı diyebiliriz hatta. Kimse farkında olmasa da o an üzerindeki ağırlıktan dolayı çökme tehlikesi geçirdi sahne. Konser adına güzel bir an olsa da ciddi bir güvenlik zaafiyeti yaşandı aslında, buradan Doruk Güvenliğe selam ederim.

Woodkid konserinin ardından bizim festivalden müzik anlamında pek bir beklentimiz kalmamıştı. Zaten Felix’in sahneye çıktığını da farketmedik, Radio Adidas DJ’i çalmaya devam ediyor sandık bir süre. Festival alanını son bir kez turlayıp karnımızı Egg&Burger’ın süper patatesleriyle doyurduk. Bu noktada festivalin ne kadar kaliteli ve özenli olduğuna tekrar değinmek istiyorum. Upper Crust Pizza festivale saksı fesleğenleriyle gelmişti, bilmem anlatabiliyor muyum. Peçete, tuz, mayonez bile bulunamayan, karnımıza bir şeyler girsin diye yemek zorunda kaldığımız festival yemeklerinin aksine bu festivaldeki özeni ben tekrar tekrar takdir etmek istiyorum izninizle. Yazımı bitirmeden önce Woodkid konserinin en iyi konser deneyimlerden biri olduğunu, Adidas All Originals Party’nin de bulunduğum en festival festivallerden biri olduğunu belirteyim ve kapanışı Ceylanla yapalım: “Oricinallik, Adidas festivalinde Abibas giymektir!”

Bir Festival İki Teftiş 

IMG_1575 IMG_1595 IMG_1597 IMG_1598 IMG_1608